"Sizden biriniz beni, ana-babasından, çolukçocuğundan ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe hakkıyla îmân etmiş olmaz!.." Bu hadîs-i şerîf, îmânın kemâlinin Hazret-i Peygamber muhabbeti ile yeşereceği hususunda ne güzel bir tenbîh ve îkâzdır. Bu muhabbetten uzak kalanlar için feyz ve inkişâf yolları kapalıdır.

Aşk tohumu, ancak O'nun muhabbet toprağında yeşerir. Gönle bereket ve feyiz menbaı O'dur. O'nun muhabbet toprağı, nice taşlaşmış gönülleri bir mücevher saflığına, diğerleri arasında altın ve gümüş kıymetine yükseltmiştir. O'nun muhabbet toprağında yeşerenlerin başında gelen ashâb-ı kirâm, târiflere sığmayan bir aşk iklîminde yaşamışlardır. Bir hanım sahâbiyeden ibret dolu bir muhabbet-i Peygamberî manzarası: Kâ'b'ın kızı Nesibe -radıyallâhu anhâ-, müslümanlarla birlikte Uhud gazâsına iştirak etmişti. Kendi elleri ile hazırladığı kaplarla yaralılara su taşırken, müslümanların bozguna uğrayarak dağıldığını gördü. Bunun üzerine derhal Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- 'in yanına koştu. Atılan ok ve taşlara kendini hedef yaparak bütün gayret ve cesâreti ile Rasûl-i Ekrem -sallâllâhü aleyhi ve sellemEfendimiz'i korudu. Bu fedâkârlığı sırasında atılan ok ve taşlarla on iki yerinden de yaralandı. Onun bu hâlini takdîr ve tahsîn buyuran Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-: "Bugün Nesibe falan ve filan kahramanları geçmiştir." buyurarak ondan sitâyişle bahsetti. Böylece dindarlığın verdiği şuurla harplerde gösterdiği kahramanlığından dolayı Efendimiz - sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in medhine ve iltifâtına mazhar olan Nesîbe'nin ismi, örnek müslüman hanımlardan biri olarak İslâm târihine geçti.

YÂ SEVBÂN! NEDİR BU HÂLİN?

Bir diğer muhabbet tezâhürü: Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in bir sohbetinde Sevbân -radıyallâhü anh-, Habîbullâh'a pek derin ve dalgın bir surette bakıyordu. Gâyet de ızdıraplı bir hâli vardı. Öyle ki onun bu hâli, Âlemlerin Efendisi'nin dikkatini çekti. Merhametle sordular: "-Yâ Sevbân! Nedir bu hâlin?" Sevbân -radıyallâhü anh-, bu iltifat ile muhabbet çağlayanı hâline gelen sevdâlı gönlüyle şöyle dedi: "-Anam, babam ve bu cânım sana fedâ olsun yâ Rasûlallâh! Senin hasretin beni öyle yakıp kavurmaktadır ki, nûrundan ayrı geçirdiğim her an bana ayrı bir hicran olmaktadır. Dünyâda böyle olunca âhırette nice olur diye dertleniyorum. Orada siz peygamberlerle beraber olacaksınız. Benim ise, ne olacağım ve nerede bulunacağım belli değil! Üstelik cennete giremezsem, sizi görmekten tamamen mahrum kalacağım! Bu hâl beni yakıp kavuruyor ey Allâh'ın Rasûlü!" Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, Sevbân ile birlikte ashâb-ı kirâmdan da zaman zaman vâkî olan bu ve benzerî hicranlı sözlere ve ayrıca kıyâmete kadar gelecek olan ümmetin muhabbet ve aşk kâfilesinin yanık gönüllerine sürûr dolu bir müjde sadedinde şöyle buyurmuşlardır: "Kişi sevdiği ile beraberdir..." Tabiî ki, samîmî muhabbet, itâat ve teslîmiyyet şartı ile_ O vefât ettiğinde ashâbın hâli, hüznün son raddesindeydi. Âdetâ yanıp erimiş bir mum misâli gibiydi. Zîrâ düşünüyorlardı ki, O'nu görmeden bir gün bile duramayan âşık gönülleri, artık kendisini bu fânî dünyâda hiç göremeyecekti. İşte bu hicrân ve yanışa dayanamayan Abdullâh bin Zeyd -radıyallâhü anh-, ellerini yüce dergâha mahzûn bir gönülle açarak: "İlâhî! Artık benim gözlerimi âmâ kıl! Ben her şeyden çok sevdiğim Peygamberimden sonra artık dünyâda bir şey görmeyeyim!.." diye ilticâ etti ve oracıkta gözleri âmâ oldu. Hazret-i Peygamber'e ashâbın engin aşk ve muhabbetini kelimelerin mahdud imkânları ile îzâh etmek mümkün değildir. Sayısız misâller deryâsından birkaçı da şöyledir: Enes -radıyallâhü anh- anlatıyor: "Rasûlullâh'ı berber tıraş ederken gördüm. Ashâb, etrâfını çevirmişti. Kesilen mübârek saç ve sakal tellerinin tekinin dahî yere düşmemesi için âdetâ onları kapışıyorlardı."

SAHABENİN SEVGİSİ

Sahâbe-i kirâm, Hazret-i Peygamber'in hem eşyâları hem de saç ve sakalının mübârek telleriyle teberrük hâlinde olurlardı. Savaşlarda bile bu teberrük heyecanını taşımışlardır. Bunun en güzel misâli Halid bin Velid - radıyallâhü anh-'ın Hazret-i Peygamber'in saçlarından aldığı birkaç mübârek teli sarığında saklamasıdır. Rivâyet olduğuna göre Hâlid - radıyallâhü anh-, Yermük savaşında bu sarığı kaybetmişti. Askerlerine: "-Onu arayın!" diye talimat verdi. Aradılar, bulamadılar. Hazret-i Halid, tekrar aramaları için emir verdi. Bu defa buldular. Baktılar ki, eski bir sarık imiş! Sahâbî, bu eski sarık üzerinde Hazret-i Hâlid'in bu kadar ısrar etmesine hayret etti. Bunun üzerine Hâlid -radıyallâhü anh-, şunları söyledi: "-Rasûlullâh saçlarını kesmişti. Ashab o saçları kapıştılar. Ben de alnından birkaç tel aldım ve bu sarığın içine koydum. Bu benim için öyle bir bereket oldu ki, onunla girdiğim bütün savaşları zaferle neticelendirdim. Zaferlerimin sırrı, benim Rasûlullâh'a olan muhabbetimdir." İşte bu muhabbetten kaynaklanan bir sâikle günümüze kadar Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'den muazzez bir hâtıra olarak devam eden saç ve sakallarının mübârek telleri, câmî minberlerinde saklanarak "sakal-ı şerîf" adı ile asırlardan beri ümmete rahmet olagelmektedir. Misâllerde görüldüğü gibi Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e muhabbetin bereketi, yalnız mânevî âlemde tezâhür etmez. Zâhir âlemde de o feyz ve bereketin müşahhas tezâhürleri olur. Bunun en iyi misâli 700. kuruluş yıldönümünü idrâk ettiğimiz Osmanlı Devleti'dir. Onlar, devletlerini çoğu kere "Devlet-i Muhammediyye" suretinde adlandırmışlar ve ordularındaki her ferdi -kendi istidadları mikdarınca- o yüce varlığın bir küçük modeli telâkkî ederek "Mehmedcik" diye isimlendirmişlerdir. Nitekim Osmanlı Devleti'nin tarihteki diğer İslâm devletlerinin hepsinden daha uzun bir ömürle muammer olması da, başka meziyetleri yanında bir de ve en ehemmiyetli olarak Hazret-i Peygamber - sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e tekrîm ve muhabbette erişilmez bir zirvede oluşlarıdır. Aşağıda anlatacağımız hâdiseler, bu zirveye tipik birer misâldir: Dünyâ müslümanlarının Harameyn'e kolayca gidip gelmelerini te'mîn için Hicaz Demiryolu Hattı'nı inşâ ettiren II. Abdülhamid Han, bu demiryolunun sünnet-i seniyyeye uygun olması için Hazret-i Peygamber'in seyahatlerinde dinlendiği noktalara istasyon yapılmasını emretmiş