Müslümanlık nasıl olmalıdır? Nasıl yaşanmalıdır? Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nasıl bir ibadet ve kulluk anlayışına sahipti?

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Var imdi âkil[1] ol, hayr işle dâim,
Olasın tâ iki âlemde sâlim…

[İbadet ve hayırlar, belli zamanlarda îfâ edilip bitirilirler. Lâkin insanı ebedî saâdete kavuşturacak olan Hakkʼa kulluk, dâimîdir. Îman, kalbin Cenâb-ı Hakk’a dâimî bağlılığıdır.

Dolayısıyla müslümanlık, sırf Ramazanʼa veya muayyen vakitlere mahsus bir merasim değil, ömürlük bir takvâ hayatıdır. Nitekim âyet-i kerîmede:

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَاْتِيَكَ الْيَق۪ينُ

“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (el-Hicr, 99) buyrulmaktadır.

Dolayısıyla, vakti meçhul olan son nefese kadar, ibadetlerde gevşeklik göstermeye, rehâvete kapılmaya, bu hususta nefse tâviz vermeye aslâ müsâade yoktur.

Nitekim Cenâb-ı Hakkʼın bizlere örnek şahsiyet olarak takdim buyurduğu Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hiçbir zaman kulluk vazifelerinden geri kalmadı, aslâ rehâvete kapılmadı.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe Vedâ Haccıʼnda dînin tamamlandığını bildiren âyet-i kerîme[2] nâzil oldu. Fakat Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ümmetine o kadar merhametliydi ki, son nefesine kadar tebliğine devam etti. Son nefesinde bile kendi ıztırâbını unutup ümmetinin ebedî kurtuluşunun telâşı içinde oldu. Vefâtı ânında, sesi kısılıncaya kadar; “Aman! Namaza, namaza devam edin! Ellerinizin altındaki insanların hukukuna dikkat edin! Onlar hakkında Allah’tan korkun!”[3] şeklinde tavsiyelerde bulundu.

Böylece, son nefese kadar hiç bitmeyen, bilâkis sürekli artan bir kulluk gayreti içinde bulunmamız gerektiğini, hâl lisânıyla da biz ümmetine tebliğ etmiş oldu.

Efendimizʼin rahle-i tedrîsinde yetişen ve Cennetʼle müjdelenen nice sahâbî de aynı gayret ve hassâsiyet içinde yaşadı. Onlar hiçbir zaman;

“‒Biz Allâhʼın dînini yüceltmek için canımızla, malımızla, bütün imkânlarımızla gayret ve fedakârlık gösterdik, Cennetʼle müjdelendik, artık biraz kenara çekilip rahat edelim…” demediler.

Cenâb-ı Hak, bizlerden de, Rasûlʼünü ve Oʼnun yetiştirdiği güzîde ashâbını örnek almamızı, onlara güzelce tâbî olan ihsan sahiplerinden olmamızı istiyor.[4]

HER AN KULLUK İÇİN GİZLENEN KADİR GECESİNİN HİKMETİ

Yani Rabbimiz; bizden mevsimlik/dönemlik değil, ömrün her ânını kaplayan güzel bir kulluk istiyor. Zira İslâm bir bütündür. Dîn, ömrün her ânını düzenleyen bir hayat nizâmıdır; kimi zaman yaşanıp kimi zaman terk edilemez.

Bu sebeple, nasıl ki Ramazân-ı Şerîfʼte kulluk gayretlerimizi artırmışsak, bu gayreti bütün ömrümüze de teşmil etmeliyiz. Nitekim bu hikmete binâendir ki, Kadir Gecesiʼnin hangi gün olduğu mahfuzdur. Ehlûllah, onun bazen Ramazan dışındaki aylarda da gelebildiğini bildirmişlerdir.

Sahâbeden Abdullah ibn-i Mesʼûd -radıyallâhu anh- da:

“Kim bütün seneyi ihyâ ederse, Kadir Gecesiʼni de idrâk etmiş olur.” buyurmuştur. (Müslim, Sıyâm, 220)

Yine insanın mânevî fırsatları değerlendirme hususunda ömür boyu teyakkuz hâlinde bulunması gerektiğini ifade sadedinde;

“Her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bil!” buyrulmuştur.

Cenâb-ı Hak, Kadir Gecesiʼni bütün bir yıl içinde gizlediği gibi, rızâsının da gazabının da ne zaman tecellî edeceğini, vakitler içinde gizlemiştir. Böylece her zaman rızâsı yolunda gayret edip her an gaflet ve isyandan sakınmamızı murâd etmiştir. Zira an vardır büyük kazançlara, an vardır büyük kayıplara vesîle olabilir.

Bu itibarla, kulluk vazifeleri hususunda her dâim gayretli olmalı; rehâvet, tembellik ve ihmalkârlıktan, hele de kazanılan bir ibadet gayretini kaybetmekten, son derece sakınmalıyız.

Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Abdullah bin Amr bin Âs -radıyallâhu anhumâ-’ya şu tavsiyede bulunmuştur:

“Ey Abdullah! Falan adam gibi olma! Çünkü o, gece ibadetine devam ederken, artık kalkmaz oldu.” (Buhârî, Teheccüd, 19)

RAMAZAN KAZANCINI KAYBETME

Bizler de Ramazân-ı Şerîfʼte bir ay boyunca sahura kalkarak, aslında bir seher alışkanlığı da kazanmış olduk. İşte bu kazancımızı kaybetmemek için, rûhumuzun mânevî gıdalarla beslenip kuvvet bulacağı o feyizli vakitleri, uykuyla ziyan etmeyelim.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, en meşakkatli zamanlarda, hattâ zorlu çöl seferlerinde bile teheccüd namazını ihmâl etmemiş, büyük bir îtinâ ile ona devam etmiştir. Ümmet-i Muhammed olarak bizim de Ramazan’dan sonraki seherlere de ihtimam göstermemiz; “Kişi sevdiğiyle beraberdir.”[5] hadîs-i şerîfi muktezâsınca, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan muhabbetimizin, en güzel şâhitlerinden biri olacaktır.

Yine “Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in en çok sevdiği ibadet, sahibinin devamlı yaptığı ibadet idi.”[6]

İbadetlerdeki devamlılık o kadar mühimdir ki, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Amellerin Allah Teâlâʼya en sevimli olanı, az da olsa devamlı yapılanıdır.” (Müslim, Müsâfirîn, 218)

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz de:

“Allah Rasûlüʼnün ameli, hafif ve devamlı yağan yağmur gibiydi…”[7] buyurarak Efendimiz’in başladığı bir ibadeti sürekli yaptığını, onu hiçbir zaman terk etmediğini bildirmiştir.

Az da olsa devamlı ibadet etmek, ilk bakışta basit ve yetersizmiş gibi görünse de, ona sabır ve istikrâr ile devam edildiği takdirde, neticede çok büyük birikimlerin meydana geleceği muhakkaktır. Nitekim; “Damlaya damlaya göl olur.” denilmiştir. Ayrıca, mermeri delen; suyun kuvveti değil, üzerine düşen damlaların sürekliliğidir.

BÜYÜK BİR ZİYAN

Bu itibarla sadece mübârek gün ve geceleri ihyâ edip diğer günlerde imkân varken ihmalkâr davranmak, büyük bir ziyanlıktır.

Merhum babamız Mûsâ Efendi, bizleri şöyle îkaz buyururdu:

“Evlâdım, mutlakâ riyâzat hâlinde (iktisâda riâyet ederek) yaşayın ve Allâh’ın verdiklerini, yine Allah için infâk edin! Riyâzat hâliniz sadece üç aylara ve Ramazan’a mahsus olmasın! Onu, hayatınızın her safhasına yayın ve ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infâk edin!

Şunu iyi bilin ki, Dolmabahçe veya Topkapı Sarayı’nda bile yaşasanız, yine riyâzatla yaşamaya (israf ve cimrilikten sakınmaya) mecbursunuz. Onun için, malı da mülkü de ancak kalbinizin dışında taşıyın…”

Velhâsıl, ibadetlerle ihyâ edilen bir Ramazan’dan sonra yanlışlara, günahlara, gaflet ve ihmâlkârlığa dûçâr olmak, doldurulan çuvalın ağzını bağlamadan terk etmeye benzer. Kazanılıp biriktirilen ne varsa dökülür, elde sadece hüsran kalır.

Bunun içindir ki Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:

“Yaptığınız sâlih amellere gösterdiğiniz ehemmiyetten daha fazlasını, onun kabûlüne ve korunmasına gösteriniz.” tavsiyesinde bulunmuştur.

Düşünmek gerekir ki sayılı günlerden ibâret olan dünya hayatı, ne kadar uzun görünse de, yine sayılı günlerden ibâret olan Ramazân-ı Şerîf gibi, kısa bir zaman dilimidir. Bu sebeple nasıl ki Ramazan ayını müstesnâ bir mânevî kazanç mevsimi olarak görüp kulluk gayretlerimizi artırıyorsak, ömrümüzü de öyle telâkkî etmeliyiz.

Fânî ömrümüzü, kulluk gayreti ve heyecanı ile ihyâ edelim ki; hayatımız âdeta dâimî bir Ramazân-ı Şerîf, âhiretimiz de Cenâb-ı Hakkʼın lûtfuyla bir ebediyet bayramı olsun…