Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de önemle üzerinde durduğu ve çokça temas ettiği erdemlerden biri de “Takvâ” konusudur. Kısaca dinin emir ve tavsiyelerine uyma, haram ve günahlardan kaçınma hususunda gösterilen titizlik anlamına gelen takvâ kavramı, Hz. Peygamber’in (s.a.v) de çok vurguladığı hususlardan biridir.

Takvâ kelimesi diğer türevleri ile Kur’ân-ı Kerîm’de 285 yerde geçmektedir. Bununla birlikte sadece takvâ kelimesi Kur’an’da on yedi yerde geçmektedir. Bu durum, aynı zamanda Yüce Allah’ın takvâya atfettiği önem ve ehemmiyeti göstermektedir. Kelime itibariyle, saygı ile korkmak, kaçınmak, sakınmak ve çekinmek anlamlarına da gelen takvâ, Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in hadislerinde bazen sözlük anlamında, bazen de “Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak azabından korunma” anlamında dini bir terim olarak kullanılmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de takvânın önemle vurgulandığı bir âyet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmran, 3/102) Âyet-i kerimeden anlaşılan, takvâ sıradan bir korunma ve sakınma değil, nasıl gerekiyorsa öyle korunması ve sakınılması gereken bir meziyettir. Ancak unutulmamalı ki, hakiki koruma, ancak Allah’ın korunmasına girmekle mümkün olur.

Takvâ öyle ahlaki bir erdemdir ki, Kur’ân-ı Kerim’e göre, kişinin Allah katındaki değeri takvâsı ile paraleldir. Nitekim, Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” (Hucurat, 49/13) Âyet-i kerime, bizlere şu mesajı vermektedir: Bir kişi ne kadar takvâlı ise Allah katındaki değeri de o kadar yüksektir.

Hz. Peygamber (s.a.v) de hadis-i şeriflerinde takvâ sahiplerini övmüş ve takvâyı cennete götüren yol olarak vasıflandırmıştır. Ebu Hureyre’nin (r.a) anlattığına göre, Rasûlullah’a en ziyade neyin insanları cennete soktuğundan sordular. Rasûlullah, “Allah'a takva ve güzel ahlak” diye karşılık verdiler. (Tirmizî, Birr, 25)

Yüce Allah Kur’ân-ı, müttakîlere (takvâ sahibi) rehber kılmış ve takvâ sahiplerini şöyle vasıflandırmıştır: “O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar. İşte onlar Rab'lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.” (Bakara, 2/2-5) Bu şekilde Yüce Allah, takvâ sahiplerinin özelliklerini de belirtmiş olmaktadır.

Takvâ, bütün mü’minlerin sahip olmaları gereken ahlaki bir erdem olması gerekmekle birlikte, alimler genel olarak takvâyı üç mertebede değerlendirmişlerdir. Birinci mertebe: insanın ebedi azaptan kendini korumak için Allah’ı inkâr etmekten ve O’na ortak koşmaktan sakınmasıdır. İşte bu tarif bütün mü’minlerin sahip olmaları gereken asgari takvâ seviyesidir.  İkinci mertebe: büyük günah işlemekten ve küçük günahlarda ısrar etmekten uzak durup farzları yerine getirmektir. Dinî ıstılahta takvâ denilince daha çok bu mana kast edilmektedir. Übeyy b. Kâ’b ile Hz.Ömer arasında geçen karşılıklı konuşma takvânın bu boyutunu tanımlamaktadır. Rivâyete göre, Hz.Ömer takvâ kelimesinin ne anlama geldiğini kendisine sorduğunda Übeyy b. Kâ’b, ona şu karşılığı vermiştir:

-Dikenli yolda hiç yürümedin mi?

- Yürüdüm.

- O zaman ne yaptın?

- Paçalarımı sıvayıp dikenlere basmamaya gayret ettim.

- İşte takvâ odur.

Üçüncü mertebe ise: kalbi Hak’tan alıkoyacak her şeyden uzak durup gönlü tamamen Yüce Mevlâ’ya bağlamaktır ki, bu mertebenin üst sınırı yoktur. Takvanın zirvesi sayılan bu aşama kalbten mâsivâyı yani Allah’tan gayrısını söküp atmaktır. Resûl-i Ekrem (s.a.v) eliyle göğsünü işaret ederek üç defa, “İşte takva buradadır.” (Müslim, Birr, 32) diyerek takvânın bu en üst seviyesine işerette bulunmaktadır. Bu mertebe, hakiki mü’minlerin, gönül ehli Evliyaullah’ın mertebesidir.

Dinimize göre takvâ, sadece ahirette karşılığı alınabilecek bir vasıf değil, aynı zamanda dünya hayatında da huzura kavuşmanın kaynağı olarak kabul edilmektedir. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Kim takva sahibi olur (Allah'tan korkar)sa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir.” (Talak, 65/2-3) Hz. Peygamber (s.a.v) de bu âyeti bir hadisinde teyit ederek şöyle buyurmuştur: “Ben bir âyet biliyorum. Eğer insanların hepsi onu tutsaydılar hepsine kâfi gelirdi. “Ve kim Allah'tan korkarsa, Allah o kimseye bir çıkış yolu ihsan eder.” (Talak, 2) Allah Resûlü (s.a.v), bu sözüyle her türlü sıkıntı ve zorluktan kurtulmanın, dünya ve ahiret saadetine kavuşmanın yolunu bizlere öğretmiştir ki o yol, takvâdır.

Hz. Peygamber mü’minlere takvâlı olmayı tavsiye etmekle birlikte kendisi de takvâ sahibi olmaya özen gösterir ve dualarında Yüce Allah’tan takvâlı olmayı şöyle niyaz ederdi: “Allahım! Senden hidâyet, takvâ,  iffet ve gönül zenginliği isterim." (Tirmizî, Daavât 72) Bir başka duasında ise, “Allah'ım! Nefsime takvâsını ver.” (Müslim, Zikir, 73) diye Yüce mevlâdan niyazda bulunmuştur.

Günümüz dünyasında insanların çoğu dünya menfaati yarışına girmiş bulunmaktalar. Fakat inanan kullar olarak bizler, Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de buyurduğu gibi: “İyilik ve takvada yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” (Mâide, 5/2) emrine boyun eğmeli ve dünya ve ahiret huzuru için bütün dini ve dünyevi işlerimizde takvâyı ön planda tutmalıyız.