<div>Diyarbakır’ın Karacadağ bölgesinde, dağ yamaçlarında kurulan çadırlarda yaşam mücadelesi veren göçer ailelerin çocukları, küçük yaşta büyük sorumluluklar üstleniyor. Elektrik, internet ve oyun parklarının olmadığı bu hayatın tam ortasında, çocuklar bir yandan doğayla iç içe büyürken diğer yandan hayvancılıkla uğraşan ailelerine destek oluyor.</div> <div>Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte uyanan anneler, ellerine kovanlarını alıp süt sağımına başlarken, küçük yaştaki çocuklar da onlara yardım ediyor. Özellikle yeni doğan kuzuların ve bebeklerin bakımı, çoğu zaman bu çocuklara emanet ediliyor. Her biri adeta küçük birer çoban gibi davranıyor; kuzuya süt içiriyor, bebekleri güneşten koruyor, çevrelerini kolluyorlar.</div> <div></div> <h3><strong>Yem Dağıtımı Oyuna Dönüşüyor</strong></h3> <div>Anneler koyunları sağarken, çocuklar da kuzulara yem veriyor. Toprak üstünde kurulan geçici yaşam alanlarında, yem kovaları oyuncaklara dönüşüyor. Kimi çocuklar kuzuya su taşırken kimi ise henüz yeni yürümeye başlayan kardeşini taş yığınlarından uzak tutmaya çalışıyor.</div> <div>Göçer ailelerin bu doğal yaşam döngüsünde, eğitim fırsatları sınırlı olsa da çocuklar doğadan, ailelerinden ve yaşadıkları coğrafyadan çok şey öğreniyor. Sorumluluk bilinci, doğayla uyum içinde yaşama becerisi ve dayanışma kültürü daha küçük yaşlarda hayatlarına yerleşiyor.</div> <h3><strong>Gözlerden Uzak Bir Dünya</strong></h3> <div>Karacadağ’ın rüzgârına, yağmuruna ve güneşine karşı kurulan bu çadırlarda teknoloji yok, ekran yok, ama doğa tüm cömertliğiyle orada. Göçer çocuklar, dijital dünyanın dışında, daha sade ama bir o kadar da zorlayıcı bir yaşam sürüyor.</div> <div><strong>Karacadağ’da çocuk olmak</strong>, doğanın içinde büyümek demek. Ama aynı zamanda çocuk yaşta sorumluluk almak, kuzulara analık yapmak, çadırların içindeki küçük ama büyük dünyalarda hayata erken atılmak demek.</div>