Mezopotamya'nın kalbinde, Dicle Nehri'nin bereketli kıyılarında yükselen Diyarbakır, adeta taşlardan örülü dev bir zaman kapsülü. İnsanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri olan bu kadim şehir, binlerce yıldır farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, her birinin izini surlarında, sokaklarında ve mimarisinde barındırıyor. Diyarbakır, sadece bir şehir değil, aynı zamanda Anadolu'nun ve Ortadoğu'nun ortak hafızasının canlı bir kanıtı.
Diyarbakır'ın tarihi, MÖ 7000'li yıllara, Çayönü Höyüğü'ne kadar uzanır. Neolitik dönemden başlayarak Hurri, Hitit, Asur, Urartu, Med, Pers, Makedon, Roma, Bizans, Emevi, Abbasi, Artuklu, Akkoyunlu, Safevi ve Osmanlı İmparatorlukları gibi sayısız medeniyetin izlerini taşır.
Kentin en belirgin simgesi olan Diyarbakır Surları, 6. yüzyılda Bizans İmparatoru I. Anastasius tarafından inşa edilmeye başlanmış, ardından gelen her uygarlık tarafından güçlendirilmiş ve genişletilmiştir. Bu eşsiz yapılar, UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alarak kentin küresel mirastaki yerini perçinler.
Surların içinde yer alan Suriçi, adeta açık hava müzesi gibidir. Ulu Cami, Nebi Camii, Dört Ayaklı Minare gibi yapılar İslam medeniyetinin izlerini taşırken, Meryem Ana Kilisesi ve Surp Giragos Ermeni Kilisesi gibi ibadethaneler kentin çok dinli geçmişine tanıklık eder. Her bir sokak, her bir taş ev, farklı bir hikaye anlatır; kentin dirençli ruhunu, kültürel çeşitliliğini ve hoşgörüsünü fısıldar.
