Zekât, hicretin ikinci yılında farz olmuş, malî bir ibadettir. Zekât ibadeti, hem “Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/60) Kur’ân-ı Kerim ayetiyle hem de Hz. Peygamber’in (sav) “İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın resûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak.” (Buhârî, Îmân, 1; Müslim, İmân, 19-22) hadisiyle sâbit olmuştur.
İslâm dininin beş esasından biri olan zekât ibadeti, dini bir vecibe olmanın yanında sosyal bir boyutu da bulunmaktadır. Esasen bütün dini emir ve yasakların uhrevî boyutunun yanında ictimai ve hukûki bir boyutunun da olduğu inkar edilemez bir hakikattir.
Yüce Allah hayat kitabımız Kuran-ı Kerim’de, “(Zenginlerin) mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı) mahrum olanlar için bir hak vardır” (Zâriyât, 51/19) âyetiyle zekât ibadetinin sosyal boyutuna işaret etmektedir. Sadaka ile birlikte bir infak türü olan zekât, en güzel sosyal yardımlaşmadır. Zira zekât, kişinin isteğine bırakılmış bir yardım değil, yoksulun, zenginin zimmetindeki hakkı ve zenginin yerine getirmek mecburiyetinde olduğu bir görevidir. Bu itibarla zekât en güzel sosyal yardımlaşmadır. Yüce dinimiz, sosyal yardımlaşmaya büyük önem vermiştir. Çeşitli vesileler ile zenginlerin, yoksulları görüp gözetmelerini emretmiştir. Zenginlere zekât yükümlülüğü getirmekle de bu yardımlaşmayı toplumun geneline yaymıştır. Zengin, her yıl malının belli bir bölümünü yoksullara vermek durumundadır. Bu bakımdan, zekât vermek en güzel sosyal yardımlaşma müesseselerinin başında gelmektedir.
Yüce Rabbimiz, zakât vermenin faydasının zakâtı alanla sınırlı olmadığını, aynı zamanda zakât verenin de arınacağını, “Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin.” ( Tevbe, 9/103) buyurarak ifade etmiştir. Zekât, toplumsal huzur ve mutluluğun anahtarıdır. Zekât ibadetinin yerine getirilmesi, toplumsal yardımlaşma ve dayanışmayı güçlendirir. İslam dini, zekât ibadetiyle sosyal dengesizliği ortadan kaldırmayı hedefler, zengin fakir arası servet dengesizliğini ve lüks ve konfor içinde yaşayan zengin azınlık ile açlık ve sefalet içinde yaşayan yoksul çoğunluk orantısızlığını engeller.
Zekât, yardımlaşma, dayanışma, birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını güçlendirir. Hırsızlığı, haksız kazancı önler. Haramlara, haram kazanca engel olur. Fakirin zengini kıskanmasını, kin ve düşmanlığı önler. Komşusu açlık, yokluk ve yoksulluk içinde iken, yardım etmeye muktedir mü’min, rahat edemez. Etrafına duyarsız kimse, olgun mü’min olamaz. Servet sadece zenginlerin ellerinde dolaşan bir güç olamaz. Bundan fakir ve muhtaçların da faydalanması emredilir. Ancak sosyal yardımlaşmanın en güzel örneklerinin başında gelen zekât verirken dikkat edilmesi gereken birtakım hususlar bulunmaktadır. Bu ibadette iki taraf olduğu için zekât verilen yoksulları incitmemeli ve onları rencide etmemelidir. Zekât verirken sadece Allah’ın rızasını hedeflemeli, hiç kimsenin takdir veya teşekkürü beklenmemelidir.
Allah Rasulü (sav) “Bütün mü’minler, bir vücut gibidirler. Birinin başı ağrırsa bedenin diğer uzuvları da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulur.” (Müslim, Birr, 67) buyurmaktadır. Müslümanlar bir vücudun azaları, bir binanın tuğlaları, bir bütünün parçaları gibidirler. Bir Müslümanın aç, açık ve muhtaç olması diğer Müslümanların uykusunu kaçırmalıdır. Müslümanın, kardeşinin derdiyle dertlenip mutluluğuna ortak olması îmani bir sorumluluğudur. Servet sahibi zengin Müslüman, etrafındaki fakir fukarayı görmezden gelmemeli. Yetime yoksula duyarsız kalmamalıdır. Kazandığı malın asıl sahibinin emrine itaat ederek aynı zamanda servete esir olmaktan korunmaya çalışarak zekât emrini yerine getirmelidir. Ayrıca, Cenâb-ı Hakkın “Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele. O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi, tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı!” denilecek.” (Tevbe, 9/34) uyarısını da hatırdan çıkartmamalıdır.
Bu bağlamda zekât, serveti sadece zenginlerin ellerindeki bir güç olmaktan çıkarıp fakir ve muhtaçların da istifadesine sunmakta; zengin ile fakir arasında bir köprü oluşturmaktadır. Böyle olunca da, İslâm’daki sosyal dayanışmada önemli bir rol üstlenmektedir. İhtiyaç sahipleri, fakirler, borçlular, yolda kalmışlar zekât vasıtasıyla gözetilmekte, adeta onlara sosyal güvenlik sağlanmaktadır. Bu ise, toplumun fakir kesimini kıskançlık ve kinden korumakta, sermaye düşmanlığını ortadan kaldırmaktadır.
Netice itibariyle zekâtın dini ve sosyal boyutuyla ilgili şunları söylemek mümkündür: Zekât ibadeti, İslâm’ın temel şartlarından biri olmanın yanında; Kuran ve sünnette bu ibadete özel bir önem atfedilmiş, zekât ahlaki ve sosyal yönü de ön plana çıkan bir ibadettir. Zekât ibadeti, toplum bireyleri arasında ekonomik farklılıkların uçuruma dönüşmesini önleyen bir yapıya sahiptir.