Kâinatın Efendisi, Cenâb-ı Hakk’ın ifadesiyle mü’minler için en mükemmel örnek (Ahzab, 33/21) olduğundan; O’nun İslâm’ı tebliğ usûl ve şekilleri biz mü’minler için de başvurulacak yegâne kaynaktır. Zira Allah Resûlü (s.a.v.) İslâm’ı tebliğ ederken, kâinatın akışı içerisinde cereyan eden genel kurallara göre davranmış ve daha sonraları karşılaşabileceği her türlü durumda ümmeti için bir model ortaya koymuştur. O isteseydi, Rabbine yalvarır ve istediği dünyalığı elde edebilirdi; isteseydi ve hikmet-i İlâhiyeye uygun düşseydi, belki de bütün müşrikler helâk olurdu. Ama bütün bunlar mûcize kabilinden gerçekleşeceği için, o zaman o, bir örnek ve takip edilecek bir model olamazdı.

Allah Resûlü’nün (s.a.s.) her konuda örnek olması sebebiyle, tarihin seyri içerisinde O’nun gönül verdiği dâvâ uğrunda “kandan-irinden deryaları geçip gitmeye azimli ve kararlı; varıp hedefine ulaştığında da her şeyi Sahibine verecek kadar olgun ve Yüce Yaratıcı’ya karşı edepli ve saygılı gönül erleri” yetişmiştir.

Resûl-i Ekrem’in (s. a. v.) İslâm’a davet misyonunu ele aldığımızda, onda, daha pek çok ve önemli hususiyetin yanı sıra, şu prensiplerin de birer esas olduğunu söyleyebiliriz:

1. Sabır.

2. Yumuşak Davranma ve Hoşgörü (hilm).

3. Tedrîcilik (aşamalı olarak uygulama).

4. Neticeleri Allah’tan bilme (tevekkül).

5. İç derinliği.

6. Tevazu.

7. Muhasebe (öz eleştiri).

8. Şükür etme (Allah'a ), teşekkür etme (insanlara).

9. Cesaret ve öz güven.

10. Kolaylaştırma ve zorlaştırmama

11. Başkalarını kendine tercih etme.

12. İşlerini mümkünse bizzat kendisi yapma ve en iyisini yapma.

13. Şefkatli, merhametli ve adil davranma.

14. Muhatabın durumuna ve konumuna göre davranma.

Hz. Peygamber tabiki şu ayeti celilenin mucebince hareket ederdi: "Habîbim! İnsanları Rabb-i Teâlâ'nın yoluna hikmetle (açık delillerle ve güzel vaazlarla) dâvet et. Ve onlarla muhkem ve güzel mukaddimelerle, mülâyim ve tatlı sözlerle mücadele et (ki dâvetin hüsn-i tesir hâsıl etsin)." (Nahl, 16/125)

Peygamberimiz (s.a.v.) bu ve benzeri ayetleri örnek alarak müminleri ilim ve hikmetle irşat eder, bu irşadını delillere dayandırırdı.

İrşadında ve ikazında hiddet ve şiddet göstermezdi. Muhataplarını samimî bir hava içerisinde karşılar, onlara şefkat ve merhametle nasihatte bulunurdu. Doğruyu ve gerçeği anlatmakta daima tatlı dili, güzel sözü tercih ederdi. Zihinlerde meydana gelen şüphe ve tereddütleri büyük bir sabır ve anlayışla giderirdi. Muhataplarına itibar eder ve onları ikna etmek için fesahat ve belâgatla tane tane konuşurdu. Sorulan sualler yersiz de olsa tebessümle karşılar, ciddiye alır ve en uygun cevabı verirdi.

Vaaz ve nasihatlerindeki tesirin en büyük bir sebebi de insanların kusurlarını bağışlayıp, onları affetmesiydi. Hattâ en çok sevdiği amcasını ve daha birçok akraba ve sahabelerini şehit eden ve ettirenleri Mekke'nin fethi sırasında affetmişti. Hâlbuki o gün bütün güç ve kuvvet elindeydi. Onları dilediği gibi cezalandırabilirdi.

İşte böyle büyük ve yüksek seciyelerle etrafındaki insanların ruhlarına tesir etti ve onların nüve hâlindeki kabiliyet ve yeteneklerini uyandırdı, inkişaf ettirdi. Onları insanlık semâsının birer yıldızı hâline getirdi. O asrı perdeleyen cehalet sislerini kaldırdı. Âlemin şeklini değiştirdi. İnsanlar arasında adalet, muhabbet, yardımlaşma gibi yüksek seciyeleri hayata geçirdi. Kişisel ve sosyal hayatı tehdit eden bütün hastalıklara karşı şifalı ilâçlar getirdi ve Allah'ın izniyle insanlık âlemini tedavi etti.

Biz de ümmeti olarak hangi konum, durum ve şartlarda olursak olalım daima Hz. Peygamberin yöntemlerinden faydalanarak davranırsak, yaptığımız işlerde başarılı olmamız kaçınılmaz olur.

Rabbim başta dini tebliğ işlerimizde olmak üzere diğer bütün işlerimizde de o şanı yüce son nebi gibi davranmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin.