Değerli Okurlar Bu yazımızda İnsanlık ve İslam tarihinde çok önemli olan bir olayı anlatmaya gayret göstereceğiz. Rabbim istifade edebilmeyi nasip eylesin.

Peygamberlerin Ceddi sayılan İbrahim (a.s.) ve oğlu İsmail (a.s.) tarafından Tevhidin şiarı olarak imar edilen muhterem, muazzam ve mukaddes olan Kâbe’nin, Beytullah’ın bulunduğu Dünyanın gözbebeği Mekke. Tarihin farklı dönemlerinde Mekke çeşitli saldırılara maruz kalmış. Mekke peygamberlerin sonuncusu, rahmeten lilalemin olan, Hz.İbrahimin duası, Hz. İsa’nın müjdesi ve Hz. Amine’nin rüyası olan Hz. Ahmed-ü Mahmud-ü Muhammed Mustafa’ın alemlere teşrif ettiği beldedir. Son vahyin inmeye başladığı kutlu beldedir Mekke. Mazlumların, mağdurların sığınağıdır Mekke. Ne acıdır ki bir zamanlar Tevhidin şiarı olan Mekke’deki Kabe’nin içi ve dışı şirkin sembolleri olan putlarla doldurulmuştu. Peygamber Efendimize 610 tarihinde nübüvvet vazifesi veridi. Gözlerimizin aydınlığı, yolumuzun önderi ve rehberi olan Peygamberimiz önce en yakınlarını, dostlarını, arkadaşlarını ve tüm Mekkelileri, Allah’a iman etmeye ve kendisine tabi olaya davet etti. Şirkten, putpereslikten, zulmetmekten, kız çocuklarına ve kadınlara hakaret etmekten, onları ezmekten, kimsesizlere haksızlıktan uzak durmaya çağırdı. Her peygamberin yaşadığının bir benzerini hatta daha fazlasını Efendimiz de yaşadı. O muhataplarının iki alemde mutlu ve huzurlu olmaları için çalışıyordu. Onlar ise davete icabet etmedikleri gibi O’na ve Müslümanlara eza ve cefa etmede hiçbir sınır tanımadılar. Onu sihirbaz, kahin ve şair olmakla itham ettiler. Kur’an’a geçmişlerin masalları, şiir demekten uzak durmadılar. Kuranın sesini bastırmaya, Müslümanların nefesini kısmaya çalıştılar. Mekke dayanılmaz bir hal almıştı. Peygamberiz Müslümanlara Habeşistan’a hicret etmelerine müsaade ettiler. Nihayet Medinelilerle akabe biatlarını gerçekleştirdiler. Medineli Müslümanlar Peygamber Efendimizi ve Mslümanları Medine’ye davet ettiler. Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye başladı. Son olarak Hz. Peygamber ve Hz. Ebubekir de hicret ettiler. Peygamberimiz Mekke'den ayrılırken şu duygu dolu sözleri söyledi: “Ey Mekke, vallahi sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı yerisin. Bana da en sevimli yerisin. Vallahi eğer buradan çıkmaya mecbur bırakılmasaydım, çıkmazdım.” (İbn Mace.)

Müslümânların Mekke-i Mükerreme’den Medîne-i Münevvere’ye hicret etmesinden sonra da düşmânlıklarını devâm ettiren müşrikler, ordu hazırlayıp Medîne’de bulunan Müslümânların üzerine yürüdüler. Bedir, Uhud ve Hendek savaşları yapıldı ve bu savaşlarda Mekkeli Müşrikler umduklarını elde edemediler. Müslümanların güçlenmesine, İslam’ın yayılmasına mani olamadılar. Müslümanlar Umre için İhramlara büründüler. Hudeybiyeye kadar geldiler. Müşrikler Mekkeye girmelerine ve Umre yapmalarına engel oldular. Nihâyet hicretin altıncı yılında Peygamberimizle sulh yapmayı kabûl ettiler ve “Hudeybiye Antlaşması”nı imzaladılar.

Fetih Hazırlıkları Hudeybiye Barışından Mekke’nin fethine kadar geçen 2 sene zaman zarfında Müslüman olanların sayısı, Resûl-i Ekrem Efendimizin peygamber olarak gönderilişinden sulh gününe kadar geçen yaklaşık 20 seneye yakın zaman içinde Müslüman olanlardan çok daha fazla olmuştur. Kur’an’ın Hudeybiye Antlaşmasını “Feth-i Mübîn-apaçık bir fetih” olarak tavsif etmesi de dikkat çekicidir. Hâlbuki Müslümanlar, daha evvel de küçümsenmeyecek zaferler elde etmişlerdi. Fakat Kur’an’ın, bunları değil de Hudeybiye Sulhü’nü “Feth-i Mübîn” olarak nitelendirmesi, İslamiyet için asıl hakikî zaferin mânevî sahada olduğu gerçeğine işaret içindi. Bütün bunlar, İslam’ın ve Müslümanların, önüne geçilmesi imkânsız, büyük bir kuvvet halini almış olduğunu ortaya koyuyordu. Müslümanlar Mekke’nin özelde Kabe’nin hasretiyle kavruluyordu.

Ancak ortada bir mani vardı. O da, müşriklerle yapılmış olan Hudeybiye Antlaşması idi. Bu anlaşmaya göre, Müslümanlarla müşrikler on sene birbirleriyle harp etmeyecek ve antlaşmayı bozmayacaklardı. Ahde vefada numune-i imtisal olan Efendimiz, bu kutsî gayesi için de olsa ahdini bozup müşrikler üzerine yürümeyi düşünmüyordu. Müşrikler ise İslâm’ın bütün Arabistan’a yayılmasından rahatsız oluyorlardı. Bu yüzden yavaş yavaş sulh maddelerini ihlâl etmeye başladılar. Hudeybiye Antlaşması’nın üzerinden 17-18 ay geçmişti ki, kendilerine bağlı bulunan Benî Bekr kabilesini kışkırtarak, Müslüman olan Huzâalıların üzerine saldırttılar. Kendi içlerinden bazıları da bu olaya iştirak etti. Huzâa kabilesi baskına uğradıklarında namazdaydılar. Hunharca bir katliamla kimi secdede, kimi rükûda, kimi kıyamda iken şehid edildi. Kureyş müşrikleri, bu hareketleriyle Hudeybiye Antlaşması’nı resmen ihlâl etmiş oluyorlardı; fakat bunun Peygamberimiz tarafından bilinmesinden son derece endişe duyuyor, hatta korkuyorlardı. Peygamber Efendimiz, hadiseden fazlasıyla rahatsız oldu ve Huzaalılardan gelen heyeti, kendilerine mutlaka yardım edecekleri vaadiyle yurtlarına geri gönderdi. Ve Allah, bu hadiseyi, Mekke kapılarının Müslümanlara açılmasına, Kâbe-i Muazzama’da tekrar tevhid bayrağının dalgalanmasına vesile kıldı.