Ebû Reyhâne radıyallahu anh gönlü cihad ruhuyla dolu, ilim âşığı bir sahabi!..
Suffe ehli arasına katılarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizden ilim, irfan tahsil eden bir irşad ve tebliğ eri!… İbadete düşkünlüğü, zühd ve takvasıyla tanınan bir iman eri!… Savaş meydanlarında gösterdiği kahramanlıklarıyla meşhur bir bahadır!..
O, Ezd kabilesine mensubtur. Asıl adı, Şem’un İbni Yezid el- Ezdî’dir. Kızı Reyhâne’nin ismine nisbetle Ebû Reyhâne künyesiyle meşhur olmuşdur.
Ebû Reyhâne'nin radıyallahu anh nerede ve nasıl Müslüman olduğu konusundaki rivayetler muhtelif olmakla birlikte onun Medine’de İslâm’la şereflendiği nakledilmektedir.
O, Mescid-i Nebi yapılınca suffe denilen bölümde kalmıştır. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizden hiç ayrılmamış, ilim, irfan öğrenmiş ve birlikte savaşlara katılmıştır. Hadis kitaplarında ondan rivayetle gelen beş hadis nakledilmektedir.
Ebû Reyhâne radıyallahu anh Kur’an-ı Kerim okumayı çok severdi. Zorlanarak da olsa okumaya çalışırdı. Fakat dilindeki bir rahatsızlıktan dolayı gönlünce, istediği kadar okuyamıyordu. Bu durum onun içine dert olmuştu. Bir gün Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in huzurunda bu sıkıntısını şöyle dile getirdi:
“-Yâ Rasûlallah! Kur’an’ı çok okumak istiyorum fakat zorlanıyorum” dedi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ona: “- Ey Ebû Reyhâne! Güç yetiremediğin şeylerden kendini sorumlu tutma! Sen secde etmeye devam et!” buyurdu. (İsâbe, III, 289-291)
Ebû Reyhâne radıyallahu anh savaş meydanlarında kahramanca çarpışan, sulh zamanlarında da ibadet ve zikirde, ilim ve fikirde yoğunlaşarak hayat geçiren bir yiğitti.
NAMAZDA DÜNYAYI UNUTAN SAHABE
Geceleri uzun uzun namaz kılardı. Kıyamda uzun sûreler okur, bir sûreyi bitirince diğerine geçerdi. Bu şekilde gecelerini ihya ederdi. İbni Mübarek onun bu yaşantısını Zühd kitabında şöyle anlatır:
“-O, bir savaştan dönerek akşam üstü evine geldi. Yemeğini yedikten sonra abdestini aldı ve evinin bir köşesine çekilerek namaz kılmaya başladı. Uzun sureler okuyarak namazını kılıyordu. Bir sureyi okuyup bitiriyor başka bir sureye geçiyordu. Bu şekilde huşû ve huzurla sabaha kadar namaz kıldı. Ezan okununca namazını kılıp eşinin yanına gitti.
Hanımı onun bu haline hayret ederek şöyle dedi: “- Ey Ebû Reyhâne! Sen yeni savaştan geldin. Hem savaş, hem yol yorgunluğu, hem de ayrılık!.. Benim hiç mi hakkım yok! Bana hiç mi değer vermiyorsun?” diye sitem etti.
Ebû Reyhâne radıyallahu anh gayet samimi ve saf bir gönülle: “-Elbette hakkın var, yanımda değerin var. Lakin, yemin ederim ki, hiç aklıma gelmedin. Eğer aklıma gelseydin, seni asla ihmal etmezdim” dedi.
Hanımı bu cevaptan hayretler içerisinde kaldı ve kocasına: “- Ey Ebû Reyhâne! Aklını bu derece meşgul eden nedir?” diye sordu.
Ebû Reyhâne radıyallahu anh yine gönlünden kopup gelen saf duygu ve düşüncelerle şöyle cevap verdi: “- Namaza başlayınca okuduğum ayetlerdeki cennet tasvirleri, oradaki nimetler, lezzetler beni alıp adeta cennete götürdü. Sabah ezanını duyuncaya kadar bu haz ve neşve böylece devam etti” dedi. (İsâbe, III, 289-291)