Tövbe, sözlükte geri dönmek anlamına gelir. Dindeki anlamı ise işlenmiş olan günahtan, suç ve kabahatten bir daha işlenmeyeceğine dair verilen söz demektir veya kabahatten, kabahat olduğu için pişmanlık duyarak vazgeçmektir.
İstiğfar ise, işlenen günahlardan ve hatalardan dolayı Allah’tan af ve mağfiret niyaz etmek demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de işledikleri kötülüklerden pişman olup tövbe-istiğfarda bulunanlar övülmektedir. (Âl-i İmrân, 3/135) Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Seyyidü’l-istiğfâr” (İstiğfârın en güzeli) diye nitelediği dua şöyledir:
“Allah’ım! Sen benim Rabbimsin! Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum; gücüm yettiği kadarıyla senin ahdin ve va’din üzere bulunuyorum. Yaptığım fenalıkların şerrinden sana sığınırım. Üzerimde olan nimetlerini itiraf ederim; günahımı da itiraf ederim. Beni bağışla; çünkü senden başka hiçbir kimse günahları bağışlamaz.” (Buhârî, Deʽavât, 2, 16 [6306, 6323])
Aslında kişinin Rabbine yönelerek içinden geldiği gibi dile getirdiği her türlü bağışlanma duası zaten bir istiğfardır.
Peygamberler dışında hiç kimse masum değil, yani günahtan korunmuş değildir. Herkes günah işleyebilir. Ne var ki insanlar birbirlerine oranla daha az veya daha çok günah işleyebilirler. Peygamberimiz bu hususu şöyle ifade buyuruyor: "İnsanoğlunun hepsi günah işler. Günah işleyenlerin en hayırlısı ise (işlediği günaha pişman olup) tövbe edenlerdir.” (Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30)
Bu hadisi şerif, bazı insanların günah işlemeyeceğini sanmanın veya buna inanmanın doğru olmadığını ifade ediyor.
Bütün amellerin Allah katında kabul edilmesinin birinci ve temel şartı samimiyet, yani ihlas olduğu gibi tövbenin de kabul olmasının temel şartı aynı şekilde samimiyettir. Zira bu durumu Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle beyan etmiştir:
Muhakkak ki Allah tela, sizin dış görünüşlerinize, mallarınıza ve mülklerinize bakmaz. Fakat o kalplerinize (oradaki niyetin sebebine ve samimiyetine) ve amellerinize bakar (değer verir). (Müslim, Birr, hadis no: 34)
“Allah teala, ancak samimiyetle, sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.”(Nesâî, Cihâd, 24)
Zira tövbe de insanın bir amelidir. O yüzden amellerin kabul edilmesindeki ihlas/samimiyet şartı tövbe için de gereklidir.
Tövbe, Allah Teâlâ’nın, günah işleyen insanların, işledikleri günahlardan kurtulmaları için onlara tanıdığı bir imkândır. İnsan ne kadar çok günah işlerse işlesin ümitsizliğe düşmemeli, Allahu Teâlâ’nın ona tanıdığı bu imkandan yararlanmalıdır. İnanan insan Allah’tan ümit kesmez. Zira Allah Teâlâ’nın esmaül hüsnasındaki Tevvâb, Ğafur, Rahim, Rauf ve Afuvv isimleri özellikle günah işleyip pişmanlık duyan ve tövbe edeceklere bir umut, çıkış yolu ve tesellidir. Allah Teâlâ’nın rahmetinden ancak, umudunu yitirmiş anlamına gelen iblis ve yine onun gibi umudunu yitirmiş inanmayanlar ümit keserler. Suyun kiri temizlediği gibi, samimi tövbe de günahları temizler. Yeter ki insan işlediği günaha pişmanlık duyarak onu terk etmiş ve bir daha onu yapmamaya kesin bir şekilde karar vermiş olsun. Allah Teâlâ’nın, kullarına sonsuz merhamet ve şefkati vardır. Onların günahkâr olarak huzuruna gelmelerini istemez. Bunun için tövbe edip günahlardan arınmalarını ister.
Tövbenin insana Kazandırdıkları şunlardır:
a) Cennet İle Mükâfatlandırılma: “Sonra arkalarından namazı bırakıp, şehvetlerine uyan kötü bir nesil geldi. İşte bunlar azgınlıklarının cezasına uğrayacaklardır. Ancak tövbe edip, iman eden ve yararlı işler yapanlar bunun dışındadır. Çünkü bunlar, hiçbir haksızlığa uğratılmadan cennete gireceklerdir.” (Meryem, 59-60)
b) Allah teala onlara, kötülüklerini İyiliklere Çevirmeleri için imkan verir: “… Ancak tövbe eden, İman edip yararlı işler işleyen kimse müstesnadır. Çünkü Allah bunların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah çok bağışlayan ve esirgeyendir.” (Furkan, 69-70)
c) Ebedi Lanetten Kurtulma:
“Bu lanete, ebedi olarak maruz kalacaklardır. Azapları hafifletilmez ve yüzlerine bakılmaz. Ancak onun ardından tövbe edip, durumlarını düzeltenler hariç. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Al-i İmran, 88-89)
d) Bereket ve Kuvvet kazandırır: Bir zamanlar Hz Hud aleyhisselam kavmine şöyle tebliğde bulunmuştu: “Ey Milletim! Rabbinizden bağışlanma dileyin. Sonra da ona tövbe edin ki size gökten bol bol yağmur yağdırsın, kuvvetinize kuvvet katarak sizi çoğaltsın. Günah işlemeye devam ederek imandan yüz çevirmeyin.” (Hud, 52)
e) Hidayet Bulma "Doğrusu ben, tövbe edeni, inanıp yararlı işler yapanı, sonra da doğru yolda gideni (hidayeti seçeni, hakkıyla iman edeni) bağışlarım." (Taha, 82)
f) Allah tealanın sevgisini kazanma: “Şüphesiz Allah, tövbe edenleri ve (maddi-manevi pisliklerden) temizlenenleri sever.” (Bakara, 222)
Tövbesi Kabul Edilmeyenler de şunlardır:
a) Kâfirler ve Son Anda Tövbe edenler:
“Devamlı olarak günah işleyip de ölüm gelince, ben şimdi tövbe ettim, diyenlerin tövbesi kabul edilmez. Kâfir olarak ölenlerin tövbesi de kabul edilmez. Biz öylelerine acı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa, 18)
b) Mürtedler (İslam dininden çıkanlar): “İman ettikten sonra kâfir olup, sonra da küfürlerini arttıranların tövbeleri kabul edilmez. İşte onlar sapıktırlar.” (Al’i İmran, 90)
Şunu da belirtmek gerekir ki tövbe, Allah’ın biz kulları için açtığı bir kurtuluş kapısıdır. Bundan ötürü işlediğimiz günahlardan ümitsizliğe düşmememiz gerekir. Fakat bu kurtuluş kapısını biz aksi yönde kullanıp ‘nasıl olsa tövbe ederim’ şeklindeki düşünce ve yorumlarla günah işlersek, sadece kendimizi kandırmış oluruz. Hatta kişi bu anlayışla yapacağı tövbenin samimiliğini yok edecektir. Buradaki ince ayrıma dikkat etmek gerekir. Bir insan, bilgisizliğinden, nefsine olan düşkünlüğünden, gafletinden dolayı günah işler, sonra yaptıklarının farkına varıp tövbe ederse, bu insan tövbesinde samimi olabilir ve Allah’ın da kendisini bağışlamasını umabilir.
Hz. Ali (r.a.) ise bir tövbenin kabul olabilmesi için altı şartı şöyle sıralamıştır.
1-Geçmişte işlenmiş olan günahlardan pişman olmak ve yerine getirilmemiş farzları iade (kaza) etmek,
2- Başkalarına haksızlık ve eziyet etmeyi bırakmak, varsa haklarını iade etmek ve onlarla helalleşmek,
3- Husumet ve düşmanlığı terk etmek,
4- Günah ve kabahatler içerisinde büyüyen nefsi, Allah’a itaat içerisinde küçültüp ona hiçliğini kabul ettirmek,
5- İtaatsizlik ve günah işlemenin sözde tadını çıkaran nefse, Allah tealanın emirlerine itaat edip günahlardan uzak durarak sabrın acılığını da tattırmak,
6- Gülüşlerinden her birine bedel olmak üzere, ağlamaktır." (Tefsirül Kadı Beyzavî, c. 3, s. 515)
Son olarak da şunu diyebiliriz: Beşeriyetin babası hz. Adem’in tövbe edip af edildiği gibi bizim de günahlarımızdan tövbe etmemizi isteyen Rabbimizdir. Tövbeyi ertelememizi ve unutmamızı isteyen ise, Allah tealanın hz. Adem'e secde etme emrine karşı gelip, günah işledikten sonra tövbe etmeyip lanete uğrayan, daha kötüsü Allah tealanın sonsuz rahmetinden ümidini kesen iblis şeytanıdır. Yeryüzünde günahsız hiçbir insan da “peygamberler hariç” bulunmadığına göre, Rabbimizin sonsuz affına ve mağfiretine her zaman tövbe ve istiğfarla iltica ederek kendimizi ona affettirmemiz ve rızasını kazanmaya çalışmamız gerekir. Günahlarımız ne kadar çok olursa olsun Allah tealanın sonsuz merhametini düşünerek, şeytanın bizi ümitsizliğe sevk etmesine fırsat vermeyelim. Nitekim bir kudsi hadiste Mevlamız, Hz. Peygamber vasıtasıyla bunu bize şöyle bildirmiştir: "Ey Ademoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümit ettikçe senden her ne sadır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey Ademoğlu! Senin günahların göklere kadar bile çıksa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, günahlarının çok olmasına bakmam, seni affederim. Ey ademoğlu! Bana yeryüzü dolusu hata ile gelsen bile, sonunda hiç bir şeyi bana şirk koşmaksızın bana kavuşsan, seni yeryüzü dolusu kadar mağfiretimle karşılarım."(Tirmizi, Da’avat 106, 3534).
Daima dualarımızda, peygamber efendimizin de yaptığı şu duayı yapalım: Allahım! şüphesiz ki sen çok affedicisin, fazlu kerem sahibisin. Affetmeyi seversin. Beni de affet.