NEFİS VE NEFSİN MERTEBELERİ

Sözlükte bir şeyin zâtı,kendisi, ruhu, beden, ruh ile bedenden mürekkep olan ‘zât veya bedene yön veren ruh gibi mânalara gelen nefs kelimesi Arapça kökenli olup Kur’an’da ruh anlamında kullanıldığı gibi zat ve şahış, akıl, iyiyi ve kötüyü ayırt etme yeteneği olan şey,  anlamlarında da kullanılmıştır.

Nefsin hakikati nedir? Nefis bir cisim mi? yoksa araz mı? Nefsin ne olduğu hakkında birçok tartışma vardır. Nefsin bir cisim olduğunu savunan âlimler olduğu gibi araz yani cisme bağlı olan bir olgu olduğunu savunanlar da vardır. Bu tartışmaların yanında üçüncü bir şık olan nefsin “soyut cevher” olduğu kavramı ortaya atılmıştır ki bu görüşün en ciddi savunucusu imam Gazzâlî ve Fahreddin er-Râzî’dir.

er-Râzî’ye göre nefis nûrânî, latif ve canlı bir cisim olup mahiyeti itibariyle maddî olan bedenden ayrı bir şeydir. Suyun güle, ateşin kömüre, yağın süte yayılması gibi vücudun her tarafına sirayet ederek onu harekete geçirir. Beden ve organlar bu latif cisimden gelen etkileri kabule elverişli olduğu sürece bu latif cisim onlarla kenetlenmiş bir halde bulunarak onlara hissetme, hareket etme ve irade gibi halleri kazandırır.

Bir bedende bir veya birden fazla nefis bulunup bulunmadığı konusunda da farklı görüşler mevcuttur. Genellikle bir bedende bir nefsin bulunduğu görüşü kabul edilmiştir. Bu kanaatte olanlara göre kötülüğü emretme, yapılan kötülüğü kınama ve itminana/huzura erme gibi farklı ve zıt sıfatlar bir nefsin değişik sıfatlarıdır.

Bazılarına göre de bir bedende emmâre, levvâme, mutmaine olmak üzere üç nefis mevcuttur. Bu üç nefis arasında devamlı bir mücadele vardır. Hangisi baskın gelirse beden onun hükmü altına girer.

Nefis üzerinde genişçe durulmasının sebebi görev ve sorumluluklar itibariyle nefsin özne olmasıyla ilgili olmasındandır.

Kelamcılar nefsin mahiyeti ile ilgili konuşurken tasavvuf alimleri ise keyfiyeti ile alakalı yani nasıl olması gerektiği ile alakalı konuşmuşlar ve nefis terbiyesi diye bir kavram geliştirerek manevi hastalıklardan kurtulma yollarını öğretme üzerinde durarak tıbbu’n-nefs alanında daha fazla kafa yormuşlardır.

İşte bundan dolayı nefsin yedi mertebesi olduğunu ve bu mertebelere nasıl ulaşılabileceğini anlatmışlardır “atvâr-ı seb‘a” diye tabir edilen bu mertebeler şunlardır:

1. Nefs-i Emmâre: İnsana devamlı kötülüğü emreden, Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. “Muhakkak ki nefs, kötülüğü şiddetle emreder.” (Yûsuf, 53)ayeti bu mertebedeki nefse dâirdir. Bu nefsi terbiye etmek ve bir üst mertebeye geçmek çok zordur, bu nedenle Siirt’li büyük alim Molla Halil, Nefsi Emmare’yi terbiye etmenin en önemli yolu onu ölümle korkutmaktır diyerek bunu bir beyitte şöyle dile getirir:

Kû nefsa emmare mutîê neket            =           Bi mewtê bitirsîne wê tewbeket

Bibêje xudê te tecella bûye                  =           Qiyamet li te vê demê rabû ye

Tu îbret ji xelqê di ber xwe bigir         =         E wî mal û cahê qe nef’ek nekir

Eğer nefsi emmare itaat etmezse onu ölümle korkut o zaman tevbe eder.

2. Nefs-i Levvâme: Levm etmek, kınamak ve ayıplamak demektir. Allah`ın emirlerine bazen uyan, bazen uymayan, işlediği günahlardan dolayı üzülen ve sevaplardan dolayı sevinen nefistir.Böyle kimseler, nefs-i emmâredeki gibi “nasıl olsa Allâh affeder” düşüncesiyle avunma gafletinden nisbeten arındıkları için, kendilerini tesellî edemezler. Bu sebeple de nefislerini kınar, pişmanlıkla tevbe-istiğfâr ederler. İlmiyle âmil olamadığı için pişmanlık duyanlarla, ilim ve irfan meclislerinde gözyaşı döküp tevbe-istiğfâr ettikten sonra yine aynı kötülüklere dönenler de bu sınıfa dâhildirler. Ancak bu hisler yeterince olgunlaşmadığı için dayanamayıp tekrar günahlara düşmekten de kendini kurtaramaz. Nefsin vâsıl olduğu bu merhalenin ismi, Kur’ân-ı Kerîm’deki: “Levvâme nefse kasem ederim.” (el-Kıyâme, 2) âyetinden gelmektedir.

3. Nefs-i Mülheme: Bu mertebede kul, Allâh’ın lutfuyla hayır ve şerri hassas bir sûrette ayırt edebilme ve şehevî duygularının aşırılıklarına direnebilme dirâyetine kavuşur. Kalbi Allah’tan gâfil kılan her şeyden uzaklaşır. Artık halk nazarındakinden çok, Hak katındaki mevkiinin endîşesiyle dolar. Îmânın hakîkatleri kalbde inkişâf hâlindedir. Nefsin bu mertebesinin “mülheme” tâbiriyle ifâde olunması da Kur’ân-ı Kerîm’deki: “Nefse ve onu yaratılış maksadına uygun olarak şekillendirip, ona fücûr ve takvâsını ilham edene andolsun!” (eş-Şems, 7-8 âyetlerinden gelmektedir.Bu mertebenin âfeti de, “bir şey oldum” zannına kapılarak gaflet ile kibir ve ucba sürüklenivermektir.

Bu iki nefis mertebesini Seydayê Molla Halîl şöyle dile getirir:

Ji ew paşî lewmê li te ew diket =         Wuha renge îlhama xêra diker

Sonra o seni kınamaya başlar bununla beraber sana iyilikleri ilham eder

4. Nefs-i Mutmainne: İmân esaslarına inanan, İslâm`ın emir ve yasaklarına uyan, bu konularda hiç bir şüphe ve tereddüdü olmayan, neticede Allah ile manevî bir bağ kuran ve bunun lezzetine ulaşan nefistir. Nefs-i mutmainne, Kur`an’da bir yerde geçmektedir:"Ey huzura eren nefis, sen Allah`tan ve O da senden razı olarak Rabb`ine dön.” (Fecr, 27-28).

5. Nefs-i Radiye: Her yönüyle Hakk`a yönelen, Allah`tan gâfil olmama şuuruna eren ve O`ndan razı olan nefistir.

6. Nefs-i Mardiyye: Bütün benliği ile Hakk`a teslim olan ve böylece Allah`ın kendisinden razı olduğu nefistir.

7. Nefs-i Kâmile: Bütün kötülüklerden sıyrılıp manevi olgunluğa eren nefistir. Bu mertebeye erişen bir kişinin bütün sıfatları güzeldir ve her hali ibadet sayılır. (Süleyman Uludağ, Kuşeyri Risalesi tercümesi, s. 222, 277, 290).

Seydayê Molla Halîl yine bu son kısımları da bir beytinde şöyle dile getirir:

Li ser qenciyê mutmeîn jî dibit            =         we radî yû merdî û kamil dibit

Yüce Rabbim bizleri “Nefsi Emmare’nin” kötülüklerinden koruyup nefsi kamile’nin derecesine yükseltsin.