Hz. Muhammed’in (sav) peygamberlik vazifesi, sadece vahyi nakilden ibaret değildi. O, Rabbinden aldığı vahiy doğrultusunda, inanç, ibadet ve ahlaki değerler başta olmak üzere günlük hayatın tüm alanlarında, İslâm’ı anlatarak, açıklayarak ve yaşayarak Müslümanlara örnek bir hayat sergilemişti. “Andolsun, Allah’ın Resulü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” ayeti işte Hz. Peygamber’in bu “örnek olma” vazifesini vurgulamaktaydı.

Allah Teala insanlığa Kur’an’ı doğrudan göndermeyip, yirmi üç yılda Resulü’nün örnek şahsiyeti ile uygulamalı bir şekilde, peyderpey göndermişti. Bu zaman zarfında onun ahlakı, temizliği, ibadet hayatı, ailesi ile olan münasebetleri... kısaca her hali Müslümanlar için örneklik teşkil etmişti. Zaten bir melek yahut olağanüstü bir varlık olarak değil de insanlar kendisinden seçilip peygamber olarak gönderilmiş olması da insanlara tam her örnek olabilmesi içindi. İşte Peygamberimizin “sünnetim” ifadesinden kasti da onun ortaya koymuş olduğu bu “örnek yaşam tarzı” Bu hayat tarzının içerisine; onun sözleri, filleri (uygulamalar ve (onayları) de girmekteydi. Hz. Peygamber’in sünneti, onun hayatında somutlaşan ideal bir yaşam tarzını simgelemekteydi.

Bu açıdan Hz. Peygamber’in sünnetine tabi olmak, İslam’ı doğru bir şekilde yaşayabilmek için elzemdi. Bundan dolayadır ki Allah Teala, Resulüne uyulmasını emretmekteydi: “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Yüce Rabbimiz, Peygamber’e uyulmasını emrediyordu, çünkü Peygamber’e itaat Allah’a itaat idi. “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki biz seni onlara bekçi göndermedik.” Yüce Rabbimiz Resul’üne gönülden bağlanılmasını o kadar önemsemişti ki, en ufak bir meselede dahi onun verdiği hükme rıza gösterilmemesini, imanın kemale ermemiş olmasına bağlamaktaydı. Nitekim Ensar’dan bir adam ile Zübeyr b. ElAvvam arasında Harre mevkiindeki hurmalıkları sulayan kanalların kullanımı konusunda anlaşmazlık çıkmıştı. Bu kanallardan akan su önce Zübeyr’in bahçesine uğruyor, ardından Medineli adamın bahçesine geliyordu. O adam Zübeyre, “Suyu bırak, gelsin.” Dedi. Fakat Zübeyr bunu kabul etmedi. Bu durum kendisine aktarıldığında Hz. Peygamber’e (sav), “Zübeyr! Önce sen sula, sonra suyu komşuna salıver” buyurdu. Bunu işiten adam, Peygamberimize “Zübeyr senin halanın oğlu olduğu için (mi ona öncelik verdin)!” diye kızgın bir şekilde tepki gösterdi.

Adamın bu sözü üzerine Allah Resulünün yüzünün rengi değişti ve “Zübeyr Sen sula, suyu (hurma ağaçlarının köklerine) ulaşıncaya kadar tut sonra salıver” dedi Zübeyr, bu olay özerine şu ayetin nazil olduğunu söylemiş “Hayır Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sakıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar. Yüce Rabbimizin, Hz. Peygamber’e ve onun sünnetine teslimiyet gösterilmesini emretmesi, sünnetin temelinde ilahi iradenin olmasından kaynaklanıyordu.

Onun din ile ilgili hususlardaki her türlü tasarrufu ilahi iradenin kontrolünden geçiyor, böylece Allah’ın razı olmayacağı bir fil Resûl’den sadır olmuyordu. Diğer bir ifadeyle o, vahyin kontrolündeydi ve din ile ilgili bir konudaki en ufak bir hatası bile vahiy ile düzeltiliyordu. Bundan dolayı ona itaat Allah’a itaat, ona isyan ise Allah’a isyan anlamına geliyordu “Kim Allah’a ve Resûla’ne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim onlara isyan ederse ancak kendisine zarar verir. Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez. Hz. Pegamber’e itaat eden ise cenneti hak ediyordu.” Nitekim Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre, bir gün Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştu: “Ümmetimin hepsi cennete girecektir, yüz çeviren müstesna” Orada bulunanlar “Ey Allah’ın Resûlü, yüz çeviren kim?” diye sorunca, Hz. Peygamber “Bana itaat eden cennete girer. Bana isyan eden yüz çevirmiş demektir.” şeklinde cevap vermişti. Hz. Peygamber’e isyan edip yüz çevirenlerin sonu ise cehennem olacağı Kur’an’da açıkça belirtiliyordu: “Kim de Allah’a ve Peygamberi’ne isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah o kimseyi ebedi kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” Hz. Peygamber’in hayatı tamamiyle Kur’an’a uygun bir yaşantıydı. Nitekim Enes b. Malik’in amcasının oğlu Sa’d b. Hişam Medine’ye geldiğinde, Hz Aişe’den kendisine Resûlullah’ın ahlakını anlatmasını istemişti.

Hz.Aişe, “Sen Kur’an okuyorsun değil mi?” diye sorunca Sa’d, “Evet” cevabını verdi. Bunun üzerine müminlerin annesi, “İşte Hz. Peybamber’in ahlakı Kur’an idi” dedi. O, Kur’an’ı hayatında tam olarak yaşayarak somut bir şekilde anlatmış, Kur’an’ın ilk yorumunu da hayatı ile yapmıştı. Hz. Peygamber, bir yandan “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni duyur. Emri uyarınca ashabına Kur’an’ı bildiriyor, diğer yandan da “- insanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik” ayeti gereğince Allah’ın Kitabı’nı açıklayarak zihinlerdeki soru işaretlerini yok ediyordu. Nitekim o, insanlığı aydınlatmakla görevliydi:

“Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.