"Ey îmân edenler! Siz kendinize bakın. (İhlâs sahibi olun ve cemâat hâlinde bu halinizi de muhâfaza edin! Böyle yaparsanız), size, doğru yoldan sapan kimse zarar veremez.

Hepinizin dönüşü Allâh'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir." (el-Mâide, 105) İhlâs, niyetlerin temiz ve samîmî olmasıdır ki, ibâdetlerin sıhhat ve bereketi buna bağlıdır. Hazret-i Mevlânâ, ihlâsdan mahrûm bir şekilde ibâdet eden kimselere şöyle seslenir: "Ey gâfil! Keşke secde ettiğin zaman yüzünü samîmiyetle Hakk'a çevirebilseydin de "Yücelerden yüce olan Rabbim, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir." demenin mânâsını bilebilseydin, yâni sırf şekil secdesi değil de gönül secdesi yapabilseydin!..

" İHLÂSSIZ İBÂDETLER, ORTAKLAR VE KİRLERLE DOLUDUR

İhlâssız ibâdetler, ortaklar ve kirlerle doludur. O halde ibâdetleri saflaştırıp ulvîleştirecek olan sır, ihlâsla kaimdir. Aksine hali âyet-i kerîme ?öyle ifâde eder: "Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, namazlarını ciddiye almazlar ve gösteriş için yaparlar!.."

(el-Mâûn, 4-6) İhlâs, amellere Hakk rızâsından başka şeylerin ortak edilmesinden kalbi muhâfazadır. Ancak bu maksadla gerçekleştirilmiş olan ibâdetlere "sâlih amel" denir. Cenâb-ı Hakk buyurur: "Size onların (hayvanların) karnındaki işkembe pisliği ile kan arasından hâlis bir süt içiriyoruz ki, içenlerin boğazından âfiyetle geçer."

(en-Nahl, 66) Müfessirler, bu âyette beyân buyurulan misâle teşbîhen demişlerdir ki: İhlâs da, ameli, tıpkı sütün kan ve muzahrafattan ayırd edilmesi gibi bulanıklıklardan ayırd eder. Sütün hâlisiyyeti, kan ve pislikten arınması olduğu gibi, amellerin hâlisliği de Hakk rızâsından başka her şeyden berî kılınmasıdır. Nitekim Cüneyd-i Bağdâdî şöyle der: "İhlâs, ameli bulanıklıktan tasfiye etmektir." Bir Allâh dostu der ki: "İhlâsda iddiâlı olmak, bir nevî ihlâssızlıktır." Hazret-i Îsâ, kendisine hâlis amelden soran havârîlerine şu cevabı verdi: "Allâh için amel edip de bundan ötürü Hakk rızâsından başka bir arzusu bulunmayan şahsın yaptığı amel, hâlis ameldir." Dolayısyla ihlâs, amellerin başta riyâ olmak üzere her türlü mânevî kirlerden temiz olmasıdır. Zîrâ riyâ, ihlâsı bulandıran ve onu yok eden en büyük ve tehlikeli müessirdir. Amellerine riyâ karıştıran kimse, gizli şirke düşmüş olur ve azâba dûçâr kılınır. Hadîs-i Şerîfde buyurulur: "Kıyâmet gününde aleyhinde ilk hükmedilen insanlar şunlardır: Birincisi şehîd edilen kimsedir. O Allâh'ın huzûruna getirilir. Allâh kendisine olan nîmetlerini anlatır.

O da, bunları itiraf eder. Cenâb-ı Hakk: "- Öyleyse bunlara karşı ne yaptın?" diye sorar. Adam: "- Yâ Rabbî! Senin uğrunda şehîd edildim." der. Allâh buyurur ki: "- Yalan söyledin! Sen, yalnızca cür'etli ve cesur denilsin diye harbettin. Gerçekten öyle de denildi." (Sonra) onun hakkında emredilir ve ateşe atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir. İkincisi ilim öğrenen, başkalarına da öğreten, ayrıca Kur'ân da okuyan adamdır. O huzûra getirilir. Allâh kendisine olan nîmetlerini anlatır. O da itiraf eder. Cenâb-ı Hakk: "- Bunlara karşı ne yaptın?" diye sorar. Adam: "- İlim tahsîl ettim. Onu başkalarına da öğrettim. Senin uğrunda Kur'ân'da okudum." der. Allâh buyurur ki: "- Yalan söyledin! Sen ilim öğrendin, ancak âlim denilsin diye; Kur'ân okudun, ancak o kârîdir, kırâat ehlidir denilsin diye. Hakîkat öyle de denildi." Sonra hakkında emrolunur ve ateşe, yâni cehenneme atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir. Üçüncüsü Cenâb-ı Hakk'ın kendisini genişlettiği, malın her çeşidinden verdiği adamdır. O getirilir. Allâh ona olan nîmetlerini anlatır.

O da bunları itiraf eder. Cenâb-ı Hakk: "- Öyleyse bunlara karşı ne yaptın?" diye sorar. Adam: "- Hakkında infâk edilmesini emir buyurduğun hiçbir yol bırakmadım. Malımı ancak senin yolunda harcadım." der. Cenâb-ı Hakk buyurur: "- Yalan söyledin! Onları ancak cömerttir denilesin diye yaptın. Nitekim öyle de denildi." Sonra hakkında emredilir ve cehenneme atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir." (Buhârî, Müslim) Bu hadîs-i şerîf, ihlâsın, amellerin Allâh katındaki kabul şartı olduğunu o derecede açık bir sûrette göstermektedir ki, gâye Cenâb-ı Hakk'ın rızâsı olmadıkça zâhiren Allâh yolunda ölmek, ilim tahsîl etmek ve infakta bulunmak gibi -haddi zâtında- en makbûl olan ameller bile sahibine hiçbir fayda sağlamamaktadır. O halde gerçek îmân, sırf lafızda kalan bir sözden; ameller de, birtakım kuru ve rûhsuz hareketlerden ibâret değildir. Gönlün tâ derinliklerinden taşan samîmî duygularla yaratana inanmak ve ona bağlanmak, emir ve nehiylerini zevk ve şevkle kabûllenmek ve bu hal ile amel-i sâlih icrâ ederken O'nun rızâsından gayrı bir maksada aslâ iltifat etmeyip değer vermemek îcâb eder. Aksi halde kul, nifâk hâlindedir, münâfıktır. Bu sıfattan kurtulamaz ve nefsinin zebûnu olarak gazab-ı ilâhîye dûçâr olur. Allâh Teâlâ buyurur: "Ey Rasûlüm, hevâ ve hevesini ilâh edinen kimseyi gördün mü?"

(el-Câsiye, 23) Bu demektir ki, Cenâb-ı Hakk'ın arzu ettiği îmân ve amel, samîmî bir gönülle ve sırf kendi rızâsı için olandır. Arınmış ve ihlâsa kavuşmuş bir kalbin samîmî tevbesini şu kıssa ne güzel ifâde eder: Bir sahâbî yaptığı bir hırsızlık cürmünden nedâmet duyarak tevbe-i nasûh hâline girmişti. Nihâyet Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- 'in huzûruna gelip yaptığı cürmü itiraf etti ve şer'î cezânın tatbîkini istedi. Bunun üzerine eli kesildi.

Bu esnâda sahâbî, vücûdundan kopup yere düşen eline bakarak: "-Ey elim! Seni benden koparana hamd ü senâlar olsun! Yoksa sen benim bütün vücûdumu yakacaktın!.." diyor, gönlünü kuşatan huzûr ve sürûru böylece ifâde ediyordu. Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, buyururlar: "Amelini ihlâslı yap! (Böyle yaparsan), amelin azı (bile) sana kâfî gelir." "Allâh, sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz! Fakat sizin (ihlâs ve takvâ bakımından) kalblerinize ve amellerinize bakar."