Zulüm; adaletin mukabili olup, başkalarının maddi ve manevi hukukuna tecavüz etmek, haktan batıla intikal ve hakkı layık olduğu yere vermemek demektir. Zulmün hukukullaha bakan yönü, küfür, şirk, nifak gibi durumlardır. Yüce Allah`ın varlığını, birliğini inkâr etmek zulüm olduğu gibi, imân esaslarından herhangi birini inkar etmek de zulüm ve küfürdür. Mahlûkata bakan yönü ise, onların hakkını vermemek, kendilerine hak­sızlık yapmaktır. Temel insan haklarından olan mallarına, canlarına, namuslarına, nesillerine ve akıllarına tecavüz etmek, gıybet, dedikodu ve iftiralarda bulunmak fitne ve fesat çıkarmak zulüm olduğu gibi, hayvanları aç bırakmak, eziyet etmek, yük taşıyan hayvanlara fazla yük yüklemek de zulümdür. Bir de kişinin kendine zulmetmesi vardır. Yüce Allah  “Şüphesiz ki Allah, insanlara zerre kadar zulmetmez, ama insanlar kendilerine zulmediyorlar.” (Yunus 44) “Onlardan kimi nefsine zulmedendir” (Fâtır, 35/32) gibi ayetlerde buna dikkat çekilmiştir.  Günahlara girmek, kendisine verilen ömür sermayesi ile ebedi bir cenneti kazanabi­lecekken, bu ömürle cehennemi kazanmak kişinin kendine zulmet­mesidir.

Bu zülüm çeşitlerinden hangisi olursa olsun, zulüm, yaratılış düzeninde bozukluk ve sapmalara sebep olup maddi ve manevi hayatı felç eden büyük bir tahriptir. Evleri ve ocakları söndürür. Devlet ve milletleri tarumar eder.  Zulüm, insanların hem bugünü hem de geleceği adına tam bir karanlıktır. Zulme rıza göstermek, duyarsız kalmak ve tepki göstermemek ise, zulmün yaygınlaşmasına, toplumu büsbütün kuşatmasına davetiye çıkarmaktır. Resûlüllah (s.a.s)’ın beyanıyla, mazluma yardım elini uzatmak bir vazife olduğu kadar, zalimin zulmüne rıza göstermemek, mâni olmak da bir mümin tavrıdır. Dinimizde değil zulmetmek, zulme kalben bile rıza göstermek yasaklanmıştır. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulur: "Bir de sakın zulmedenlere meyletmeyin, sempati duymayın. Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur; sonra yardım da göremezsiniz." (Hud, 11/113) Acaba bundan daha büyük bir ikaz ve tehdit olabilir mi?  Bu  ayet sadece zulmedenleri değil, zulme alet olanı, taraftar olanı hatta az bir meyil gösterenleri bile içine almaktadır. Burada “zulmedenlere meyletmeyin,”den maksat, bir anlamda onların zulmüne meyletmeyin, demektir.  Öyleyse, bir Müslüman zulmün hangi çeşidi olursa olsun, rıza göstermemek, itaat etmemek, muhabbet etmemek, destek olmamak, taraftar olmamak,  onları savunmamak gibi görevleri vardır. Yani Müslüman hem zulmetmeyecek hem de zalimden ve onun zulmünden razı olmayacak, zulmünün yayılmasına asla katkı sağlamayacaktır. Yoksa onun zulmüne meyletmiş olacağından zulmüne ortak olur.

İnsanları içki, kumar, cinsel sapkınlık gibi sefahat ve ahlaksızlığa sürükleyen ve onların içlerine her türlü menfi ideolojileri yaymak için çalışanlar zalimlerin ta kendileri olduğu için bu insanlara rıza göstermek muhabbet etmek ve onların yaptığı bu tahribata karşı lakayt kalmak, hatta hoş görmek de zulme rıza anlamına gelir. Bu bakımdan çeşitli bela ve musibetlere maruz kalmamak için, her mü’min ve özellikle ilim ve irfan erbabı olanlar bu tür menfi ideolojilere karşı mücadele etmelidirler. Aksi halde suçlularla beraber masumlar da perişan olur. Nitekim bir ayette şöyle ifade buyrulur: “Ve öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz. (masumları da yakar)”( Enfal Suresi, 8/25)  Bir geminin herhangi bir yerinden delik açan bir kişinin yapacağı tahribat hem ona göz yumanların hem de bundan haberi olmayanların denizde boğulmalarına sebep olacaktır. Onun için böyle bir musibete baştan meydan vermemek, çok dikkatli olmak ve bu fiili yapan kişiyi men etmek herkesin vazifesidir. Aksi halde herkes “bana ne” der ve bir şey yapmazsa hepsi felakete sürüklenir. Geçmiş ümmetlerden zulüm ve küfürde gidenlerin ve onlara rıza gösterenlerin birçok elim bela ve musibetlere düçar olmakla akibetleri hüsran olmuştur. Bunlardan ders alınması bir ayette şöyle ifade buyrulur:  “De ki, yeryüzünde gezin dolaşın da daha öncekilerin âkibetleri nice oldu görün.”( Rum Suresi, 30/42).   Bu nedenle Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde bizleri şöyle uyarıyor: “Sizden her kim bir münkeri (kötülük) görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer ona muktedir olamazsa diliyle, diliyle de yapamazsa kalbiyle (buğz etsin); bu da imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman 78 (49)) 

Hakiki müminler, zulme rıza göstermemekle beraber Zulme meyleden bir kardeşini gördüğünde, onu zulmün karanlığına da terk etmez. Müminler bu prensibi Allah Resulünün (s.a.s) kutlu mesajlarından almışlardır. Nitekim Enes b. Mâlik’in anlattığına göre, bir gün Allah Resûlü ashabıyla oturmuş sohbet ederken, “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et!” buyurdu. Peygamber (s.a.s)'ın bu sözü karşısında orada bulunanlar hayli şaşırdılar. Hemen “Ey Allah'ın Elçisi, mazluma yardım ederiz, ancak zalime nasıl yardım edeceğiz?!” diye sordular. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s), “Onu zulmünden men edersin, zulümden alıkoyarsın, işte bu da ona yardım etmektir.” buyurdu. İslam öncesi Cahiliye toplumunda aynı kabileye mensup insanlar, haklı da olsa haksız da olsa birbirlerine destek olurlardı. Hak hukuk tanımayan bu mutaassıp kimseler, her halükârda müntesiplerinin yanında yer alır, yardımına koşarlardı. Allah Resûlü (s.a.s) ise bu sözleriyle kardeşi zulme meylettiğinde zulmüne ortak olmak yerine, ona mâni olarak taassup zincirini kırmak gerektiğine vurgu yapmıştır. Günümüz insanları için de durum aynıdır. Bugün aynı etnik kimlik taşıyan, aynı mezhebi oluşuma mensup, aynı grup ve parti taraftarı olan nice insan var ki, hak ve adalet söz konusu olduğunda taassuptan kendilerini kurtaramamakta, kendi hiziplerinin işledikleri zulme rıza göstermekten, ortak olmaktan kendilerini alamamaktadırlar. Oysa mümin insan, hakikatin peşinde koşan, geçmişten ders çıkaran, kardeşi de olsa zalimin karşısında duran, erdemli, ilkeli duruşuyla çağını aydınlatan münevver insandır. Rabbim cümlemizi azıcık da olsa zulme meyletmek ve rıza göstermek gibi bir zulüm ve gafletten muhafaza buyursun!