<div>Bir zamanlar sessizlik, huzurun başka bir adıydı. Şimdi ise çoğu insan sessizliği korkutucu buluyor. Evde, sokakta, otobüste, hatta kafede bile, bir ses arayışı içindeyiz. Telefonun bildirim sesi, televizyondaki haber gürültüsü, sosyal medyada hiç bitmeyen akış… Düşünmeye fırsat kalmadan yeni bir uyarı sesiyle irkiliyoruz.</div> <div>Oysa insanın kendi iç sesini duyması için sessizliğe ihtiyacı var. Bir düşünün; son ne zaman gerçekten sessiz kaldınız? Ne bir şarkı, ne bir video, ne bir konuşma… Sadece siz ve düşünceleriniz. Belki de asıl korkumuz bu: kendi sesimizi duymak.</div> <div>Diyarbakır gibi köklü bir şehirde bile artık gürültüye teslim olmuş durumdayız. Tarihi sokaklarda yankılanan çocuk seslerinin yerini araç kornaları, inşaat sesleri aldı. Eskiden avlulu evlerde oturup çay eşliğinde yapılan sade sohbetler, yerini hızlı tüketilen kelimelere bıraktı.</div> <div>Oysa biraz durup dinlesek, şehrin bile bir kalp atışı olduğunu fark ederiz. Sabah ezanıyla birlikte uyanan bir kuşun sesi, sokakta simit satan birinin “taze simit” diye bağırışı, Dicle’nin kenarında esen hafif rüzgâr… Bunlar bir şehrin nefesidir.</div> <div>Belki de yeniden başlamamız gereken yer burası: <strong>sessizliği yeniden hatırlamak.</strong>Çünkü bazen bir şehrin en derin sesi, tam da sessizliğin içinden duyulur.</div>