<div></div> <div>Bir yaprak daha düştü kaldırıma bu sabah. Şehrin telaşına karışan o küçük hışırtı, kimsenin fark etmediği bir vedanın sesi gibiydi. Sonbahar yine geldi. Sessiz, sabırlı ve bir o kadar da kararlı. Ne baharın coşkusuna benziyor, ne yazın aceleciliğine. O, her şeyin biraz solduğu ama aslında olgunlaştığı mevsim.</div> <div>Sonbahar, doğanın “bırakma” dersidir. Ağaçlar, köklerinden vazgeçmeden yapraklarını bırakmayı bilir. Bu, kaybetmenin değil, yenilenmenin ifadesidir. Biz insanlar ise çoğu zaman tam tersini yaparız. Tutunuruz; geçmişe, kırgınlıklara, alışkanlıklara… Oysa belki de biraz sonbahar gibi olabilsek, hayatın yükünü hafifletebiliriz.</div> <div>Şehirlerin de sonbaharı vardır aslında. Parklarda dökülen yapraklar, kaldırımlarda yağmurla karışan izler, esnafın vitrinine sinen melankoli… Bazen bir kahve kokusunda, bazen bir tramvay durağında yakalarız o mevsimi. Ve o an, içimizde bir şey değişir. Bir duruluruz. Çünkü sonbahar, aceleyi sevmez.</div> <div>Bir de insanın iç sonbaharları vardır. Hayatın koşuşturmasında ara sıra durup soluklanmamız gereken anlar. Belki yorgun bir günü, belki biten bir dostluğu, belki de kabullenmeyi öğretir bize bu mevsim. Çünkü bazen gitmesine izin vermek, kalmasından daha değerlidir.</div> <div>Bu mevsimde gökyüzü griye döner ama umut hiç eksik olmaz. Çünkü her solgun yaprağın ardında, yeniden yeşerecek bir dal gizlidir. Sonbahar, bize bunu hatırlatmak için gelir her yıl — sessizce, sabırla ve bilgece.</div>