<div>Bazen düşünüyorum…</div> <div>Keşke bir “zaman dondurucusu” icat edilse.Buzdolabı değil ama — öyle içine koyduğun yoğurdu değil, anılarını saklayan cinsten…</div> <div>Mesela bir sabah uyanıp dışarıya baktığında, gökyüzü gri, kahve soğuk, yüzünde sabahın mahmurluğu…O anın içine bir “tık” sesiyle girip, zamanı dondurmak isterdim.Çünkü biliyorum: beş dakika sonra o kahve bitecek, haberler açılacak, gündem değişecek, insanlar yeniden koşuşturacak.Ve o an — o sade, sessiz, tarifsiz an — kaybolup gidecek.</div> <div>Belki de hepimiz biraz “anı koleksiyoncusuyuz.”Kimi fotoğraflarla, kimi kokularla, kimi bir şarkının nakaratında saklar geçmişini.Ama saklayamadığımız şey, o anın hissi.Çünkü hisler; zamana değil, ruha bağlıdır.Zaman akar, ruh kalır.</div> <div>Eğer bir gün biri gerçekten zaman dondurucusunu icat ederse,Ben o cihazı satın alıp sadece <strong>annemin gülüşünü</strong> saklardım.Belki de bir bardak çayın buharını, bir dost sohbetinin sıcaklığını,ya da Diyarbakır sokaklarında akşam üstü esen tozlu rüzgârı…</div> <div>Ama sonra fark ettim:Belki de zaten hepimizin içinde küçük bir zaman dondurucusu var.Adı <strong>“hafıza.”</strong>Ve ne kadar pas tutsa da, ara sıra açınca o anları yeniden yaşatıyor insana — taze taze, sıcacık…</div>