<div> </div> <div>Uhud Harbi hazırlıkları günden güne ilerliyordu. Müslümanlar bir taraftan Hz. Peygamber’in (a.s.m.) nezaretinde erzak hazırlıklarını tamamlarken, kılıç ve ok talimlerini de ihmal etmiyorlardı. Bu arada eli kılıç tutan genç ve yiğit Müslümanlar da Peygamberimize (a.s.m.) müracaat ediyor, harbe katılmak için müsaade istiyorlardı.</div> <div>Bedir Savaşı’na katılamamanın ıstırabı ve hüznü ile yanıp tutuşan bir genç de, savaşa katılabilmek için Resûlullah’a (a.s.m.) müracaat etmişti. Resûlullah (a.s.m.), gidip babasından izin aldığı takdirde savaşa katılabileceğini kendisine bildirdi. Biraz üzgün ve heyecanlı şekilde babasına giden bu genç, çocuk denecek kadar küçük bir yaşta babasıyla birlikte İkinci Akabe Biatı’nda Resûlullah’a (a.s.m.) tabi olmuş olan Câbir bin Abdullah’tan başkası değildi:</div> <div>Hz. Câbir’in babası Abdullah bin Amr (r.a.), oğlunun arzusuna şöyle cevap verdi:</div> <div>“Sevgili evladım, yedi kız kardeşine bakıp himaye edecek başka bir kimse olsaydı, senin Uhud’da gözlerimin önünde şehit olmanı ne kadar isterdim!”[1]</div> <div>Câbir’in babası, oğlunu Uhud’da şehit olarak göremedi, ama kendisi aynı harpte kahramanca çarpışarak şehit oldu.</div> <div>Babasının şehit olmasından sonra aile reisliğini de üzerine almış olan Câbir (r.a.), genç yaşta Müslüman olmuş ve mümtaz vasıflarıyla Hz. Peygamber’in (a.s.m.) defalarca takdirlerine mazhar olmuştu. Resûlullah sık sık evlerine misafir gider, yemeğe kalırdı.</div> <div>Câbir’e babasından epey bir miktar borç miras kalmıştı. Alacak sahipleri de Yahudi’ydi ve devamlı olarak Câbir’i sıkıştırıyorlardı. Abdullah bin Amr’ın geride bıraktığı miktar çok az olduğu gibi, ancak küçücük bir hurma bahçesine sahip olan Câbir’in bahçesindeki hurmaların geliri birkaç senede bile babasının borcunu ödeyecek durumda değildi.</div>