<div>Her sabah aynı manzara… Kornalar, acele adımlar, yarım kalmış selamlar. Şehir uyanıyor ama kimse gerçekten dinlenmiş görünmüyor. Büyüyen kentlerin ortak kaderi bu: Kalabalık artıyor, tempo hızlanıyor, tahammül azalıyor.</div> <div>Bir zamanlar “beş dakikalık yol” diye tarif edilen mesafeler artık saatlerle ölçülüyor. Trafik yalnızca araçların değil, ruhlarımızın da sıkıştığı bir alana dönüşüyor. Kimse kimseyi beklemiyor, kimse kimseyi duymuyor. Oysa şehir dediğimiz yer, sadece betonun ve asfaltın birleşimi değil; insanların ortak yaşam alanı.</div> <div>Sorun yalnızca plansızlık mı? Elbette hayır. Asıl mesele, büyümeyi yalnızca binalarla ölçmemiz. Yeni yollar açılıyor ama yeni bir anlayış gelişmiyor. Kavşaklar çoğalıyor, sabır azalıyor. Herkes haklı, herkes aceleci, herkes yorgun.</div> <div>Bir şehir, sakinlerinin aynasıdır. Eğer yüzler asıksa, aynaya bakıp “Nerede yanlış yaptık?” diye sormak gerekir. Çünkü şehirler de insanlar gibi ilgisizlikten, ihmalkârlıktan ve sevgisizlikten yorulur.</div> <div>Belki çözüm büyük projelerde değil, küçük hatırlatmalarda saklıdır. Bir yayaya yol vermekte, kırmızı ışıkta beklemekte, bir selamı eksik etmemekte… Şehri yaşanır kılan detaylar bunlardır.</div> <div>Gürültünün içinde kaybolmadan önce durup düşünmek gerekiyor: Bu şehir bizi mi büyütüyor, yoksa biz mi bu şehri küçültüyoruz?</div> <div>Cevap zor değil. Yeter ki duymak isteyelim.</div>