USD
00,00
EUR
00,00
USD/EUR
1,000
ALTIN
0.000,00
BİST
0.000,00

Dünyada Ahiret Yolcusu Olmak

Ahiret yolculuğumuz, dünya hayatına doğduğumuz andan itibaren başlar. İnsanoğlunun aktığı ana rahmi onun için her anlamda korunaklı, sıcak, tertemiz ve emindir. Kuşatan, şefkat halesi ile rahatlatan derin bir aşkın tutuştuğu bir diyarken birden kendini dünyanın soğuğunda bulur insanoğlu.

Ahiret yolunun has yolcusudur insan. Yaşadığı her an onu yeni başlangıçların ve sonların eteğine doğru sürükler. Bir zamanlar âdeta saldırıya uğrar gibi geldiği geçici yalan dünyanın eteklerinden, an an nice yolculuklar sonu kendini gerçek hayatın başlangıcında bulacaktır. Bu gerçek hayat, “والبعث بعد الموت”  “Ölümden sonra dirilmek” tir. Bu gerçek hayat, gerçek yurt; ahiret yurdudur. Ait olduğu,  asıl olması gerektiği yer. Aslında uzun bir zaman dilimi gibi görünse de göz açıp kapayıncaya bir rüya sarhoşluğunda geçen dünya yolculuğunda, yolcu olduğunu unutur insanoğlu.

Dünya Hayatı Bir İmtihan Yeridir

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk Sûresi 2)

“Elif. Lam. Mim. İnsanlar, sınavdan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik.’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de sınadık. Elbette Allah sadıkları da ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebut, 29/1-3.)

“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet geldiğinde: "Biz Allah’tan (geldik) ve elbette O'na döneceğiz" derler. Rablerinin mağfiret ve rahmeti onlaradır. O'nun yolunda olanlar da onlardır.” (Bakara, 2/ 155-157)

 

Dünya Hayatı geçicidir. Asıl hayat ahiret yurdudur

Dünya hayatını isteyenlere dünya hayatı tastamam verildi. Ya Ahiret hayatı? Asıl hayatta, ahiret hayatında pişman olmak ne kadar akıl kârı? Sadece ve sadece dünya hayatını istemenin ahireti düşünmemenin ve ahret için çalışmamanın ne kadar yanlış olduğunu Rabbimiz bildiriyor:

“Hayır, hayır! Sizler, çabuk elde edeceğiniz dünya nimetlerini seversiniz. Ahireti bırakırsınız.” (Kıyame, 75/20-21)

 “Doğrusu insanlar, çabuk elde edilen dünya nimetlerini severler de ağırlığı çekilmez günü arkalarında bırakırlar.” (İnsan, 76/ 27)

“Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.” (İsra, 17/18-19)

Dünya-ahiret dengesini Kur’an bize duada öğretmektedir. Bizde bu duayı beş vakit namazımızda ve diğer nafile namazlarımızın son oturuşlarında yapmaktayız.

“Rabbimiz! Bize dünyada iyiyi, ahirette de iyiyik ver, bizi ateşin azabından koru diyenler vardır.” (Bakara, 2/201)

“Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas, 28/77)

 

Dünya hayatı insanlar için süslü yaratılmıştır

Dünya hayatı bir imtihan vesilesi için yaratılmıştır. Dünya hayatında var edilenler insanlar için süslü yaratılmıştır. Asıl hayat ahret yurdudur. Asıl güzellikler ordadır. Çünkü Yaratan bildiriyor. Bizde iman ediyoruz O’nun bildirdiklerine.

“Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah'ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür. (Al-i İmran 3/15)

 

Dünya hayatına aldanıp ahireti unutmak insan için asıl büyük felaketin (ahiret azabının) habercisidir

İslâm, dünya hayatından bağımsız, salt uhrevî bir hayatı hedef alan bir nizam değildir. Bilâkis İslâm, kişinin hayattaki her faaliyetini doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen aktif bir dindir. Allah’ın koymuş olduğu emir ve yasaklar insanın hayatını her yönüyle şekillendirir. Fakat kişi, Allah’ı unutup O’nu gündeminden çıkarttığı ve O’nun emir ve yasaklarını göz ardı ettiği ve bunun sonucunda tamamen dünyanın meşgalelerine daldığı anda dinin bu yönü o kimse üzerindeki etkisini yitirir. Sonuçta bu kimse dünyevileşmiş olur.

“Gökleri yedi kat üzerine yaratan O'dur. Rahman'ın bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Bir aksaklık bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak; ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun düşer.” (Mülk, 67/3-4)

Âleme konulan dengeyi insanoğlu hayatına aktarmalıdır. Dünyasını ahretine tercih etmemelidir. Ahireti kazanacağım derken de dünyadaki nasibini unutmamalıdır. Biz bu metodu Yüce Kitabımızdan öğreniyoruz. Bir kıssa birçok hikmet. Karun’un zenginliğiyle böbürlenmesi karşısında halkının kendisine aktardığı şu cümle ve nihayetinde Rabbimizin tüm kullarına tavsiyesi Kur’an-ı Kerim’de şöyle aktarılmaktadır:

“Karun, Musa'nın milletindendi; ama onlara karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Milleti ona: "Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez" demişlerdi. Karun: "Bu servet ancak, bende mevcut bir ilimden ötürü bana verilmiştir" demişti. Allah'ın, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz. Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: "Karun'a verildiği gibi bizim de olsa; doğrusu o büyük bir varlık sahibidir" demişlerdi. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: "Size yazıklar olsun; Allah'ın mükâfatı, inanıp yararlı iş işleyenler için daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir" demişlerdi. Sonunda, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı ona yardım edebilecek kimsesi de yoktu; kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı dileyenler: "Demek Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor. Eğer Allah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkârcılar başarıya eremezler" demeye başladılar.” (Kasas, 28/76-82)

Tarihten ibret alınsaydı tekrar etmezdi. Karun veya Karunlar dünde kalmış değildir. Bugün de Karunlar var. Dünyaya aldananlar, dünyayı tercih edenler dün de vardı bugün de. Şimdi biz ibret ve hikmetle davranalım. Bizler geçici dünyayı tercih edip kaybedenlerden olmayalım. Ebu Cehil gibi değil. Karun gibi değil. Nemrut gibi değil. Firavun gibi değil. Kabil gibi değil. İblis gibi değil. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) gibi. Hz. İbrahim (a.s.) gibi. Hz. Musa (a.s.) gibi. Habil gibi. Hz. Âdem (a.s.) gibi olalım.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bizleri uyarıyor

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Bahreyn halkıyla savaş yapmadan bir barış anlaşması imzalamış ve vaktiyle buraya elçi olarak gönderdiği el-Alâ’ b. el-Hadramî’yi Bahreyn’e vali tayin etmişti. Toplanan cizye vergisini Medine’ye getirmesi için de “kendi ümmetinin emini” olarak nitelendirdiği Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı Bahreyn’e göndermişti.

Günlerce süren yolculuktan sonra nihayet Ebû Ubeyde cizye malları ile birlikte bir sabah namazı vakti Medine’ye ulaşmıştı. Peygamber Efendimizin arkasında kılınan sabah namazının ardından, Ebû Ubeyde’nin Bahreyn’den yüklü miktarda bir mal ile döndüğü haberi yayılıverdi kısa sürede. Sahâbe hemen onun yanında toplanarak neler getirdiğini sormaya başladılar. Bu arada Allah Resûlü de mescitten dışarıya çıkıyordu. Dışarıda Ebû Ubeyde’yi ve etrafında toplananları gördü. Ebû Ubeyde’nin yanında oluşan kalabalığın, onun Bahreyn’den getirdiği mallar nedeniyle toplandığını fark etmişti. Resûlullah, sahâbîleri bu hâlde görünce gülümsedi ve onlara, “Öyle sanıyorum ki siz, Ebû Ubeyde’nin pek çok şey ge­tirdiğini duydunuz!” buyurdu. Onlar da, “Evet, ey Allah’ın Resûlü!” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Sevinin ve sizi sevindirecek nimetleri bekleyin! Vallâhi (bundan sonra) sizin üzerinize fakirlikten korkmam. Ancak ben sizden önceki ümmet­lerin önüne dünya (nimetleri)nın yayıldığı gibi sizin önünüze de ya­yılıp onların o dünya (nimetleri) için yanıp tutuştukları gibi sizin de yanıp tutuşmanızdan ve bunun onları helâk ettiği gibi sizleri de helâk et­mesinden korkarım.” (Buhârî, Megâzî, 12)

Dünyaya dalmamak, dünyaya aldanmamak esastır. Şimdiye kadar sizlerle paylaştığım ayetlerde hep bunu görmekteyiz. Bundan maksat dünyanın kendisinden vazgeçmek değildir. Ayetlerden bunu da görmekteyiz. Hepimiz bilmekteyiz ki; asıl maksat dünyanın kendisinden değil, aldatıcı olan çekiciliğinden vazgeçmektir. Müslümanlar dünyanın idaresini başkalarına versinler, hiç yerleri yurtları olmasın, kazançları, şirketleri olmasın anlamında hiçbir söz söylemek ayetlerden bu mananın çıkacağını ifade etmek asla mümkün değildir. Müslümanlar en iyi yerleri kendilerine vatan edinecekler, vatanlarını düşmanlara asla teslim etmeyecekler, çalışacaklar en gözde şirketleri helalinden kuracaklar, insanlara hayır-hasenatta bulunacaklar, helalinden olmak üzere, elbette meskenleri de olacak binitleri de olacaktır. Müslüman, Yaratanın kendisine verdiği nimetleri helalinden elde edecek, asla israf etmeyecek her şeyi dengeli kullanacaktır. Bu Müslüman olmanın vasfıdır.

Yüce Rabbim hayırdan kazanmayı, hayra harcamayı, dünya hayatına aldanmadan yaşam sürdürebilmeyi cümlemize nasip etsin. Bugünkü yazımızı ilahi olarak belki de birçoğumuzun dinlediği şu dizelerle sonlandırıyorum.

Aldanma dünyanın velvelesine,

Hepsi boş heves bir gün öğrenirsin, 
Kimi hakka koşar kimi tersine, 
Her nefesin hesabı var görürsün..
Rüya gibi hayat bir gün bitecek,

Bitmeyecek gibi dalıp ta batma

Mahşer günü nefsin hesap verecek,

Yarın terazide azıksız kalma