USD
00,00
EUR
00,00
USD/EUR
1,000
ALTIN
0.000,00
BİST
0.000,00

Ebû’d-Derdâ (r.a.)-1

Ebû’d-Derdâ, ailesi içerisinde en son İslam’a girmesine rağmen, kısa zamanda gayretleriyle, feragatiyle, takvasıyla ve cihat meydanlarında gösterdiği kahramanlıklarıyla temayüz etmiş bir sahabidir.

Asıl ismi “Uveymir” olup, “Ebû’d-Derdâ,” künyesidir. İslam’a girişi çok gariptir… Hanımına varıncaya kadar herkes Müslüman olduğu hâlde, o bir türlü İslam’a giremiyordu. Onun İslam’a girmesi için çok gayret sarf eden Abdullah bin Revâha (r.a.), her defasında yumuşak bir üslupla reddedilmişti. Ama Abdullah, Ebû’d-Derdâ’nın bir gün mutlaka İslamiyet’le müşerref olacağını ümit ediyor, gecikmesinin sebebinin araştırıcı birisi olmasından kaynaklandığına inanıyor­du.

Bir gün Ebû’d-Derdâ’nın evden çıktığını gören Abdullah, arka kapıdan eve girdi ve onun devamlı taptığı putu kırıp parçaladı. Ebû’d-Derdâ’nın hanımı mâni olmaya çalıştıysa da, Abdullah (r.a.) bir defa onu parçalamaya ahdetmişti. Bir müddet sonra eve gelen Ebû’d-Derdâ, putun parçalarının her birinin bir tarafa dağıldığını görünce çok kızdı. Fakat kendi kendine düşünmeye başladı. Bir müddet sonra, “Eğer bu putta bir hak ve hayır olsaydı, kendisini müdafaa eder­di.” dedi. Hemen Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) huzuruna gitti. Hz. Abdullah da oradaydı. Onu görünce heyecanlandı. Hidayete ermesi için dua etti. Onun Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olduğunu görünce çok sevindi.[1]

Ebû’d-Derdâ (r.a.), İslamiyet’e girdikten sonra öylesine bir şevk ve gayretle İslam için çalıştı ki, birçoklarını kendisine imrendirdi. Ebû’d-Derdâ (r.a.) henüz Müslüman olmadığı için Bedir Savaşı’na katılamamıştı. Fakat Bedir’den sonra bütün harplere ve seferlere iştirak etti. Uhud’daki kahramanlıklarıyla, Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) “Uvey­mir ne kadar mükemmel bir süvaridir!” iltifatlarına mazhar oldu.

Selmân-ı Fârisî Müslüman olduktan sonra, Ebû’d-Derdâ onunla çok iyi kay­naştı. Birbirlerini çok iyi seven bu iki fedakâr sahabiyi Peygamberimiz (a.s.m.) kardeş ilan etti.

Ebû’d-Derdâ (r.a.), Müslüman olmadan önce ticaretle uğraşıyordu. Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizden daha fazla feyiz almak ve daha çok ibadet edebilmek için ticareti bıraktı. Peygamberimizin sohbetlerine devam etme­ye başladı. Zaman zaman Re­sû­lul­lah’a sualler sorardı. Bir defasında şöyle bir sual sordu:

“Yâ Re­sû­lal­lah! Zenginler dünyayı da ahireti de kazandılar. Onlar hem na­maz kılıyor, hem oruç tutuyorlar, hem de sadaka veriyorlar. Fakat biz fakir ol­duğumuz için sadaka veremiyoruz…”

Bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu:

“Sana bir şey söyleyeyim mi? Sen onu yaptığında kavuştuğun şeye, ancak onu yapan­lar kavuşabilirler; yapmayanlardan hiçbiri de başka bir yolla ona yetişemezler. Her na­mazdan sonra 33 defa Sübhanallah, 33 defa El­hamdülillah, 34 defa da Allahü ekber de.”[2]

Hz. Ebû’d-Derdâ, gördüğü her şeyden ibret alırdı. Herkese iyilik ederdi. Kim­seyi incitmezdi. Güler yüzlüydü. Bilhassa hadis rivayet ettiğinde gülümserdi. Sebebini soranlara, “Re­sû­lul­lah da bir söz söylerken tebessüm ederdi.” derdi.

Cömertti. Ziyaretine gelenlere ikramda bulunurdu. İnsanların arasını bulma­yı çok se­verdi. Bir defasında dişi kırılan biri, Hz. Muâviye’ye gelerek davacı ol­muştu. Muâ­vi­ye (r.a.) ne kadar ısrar ettiyse de, davacıyı ısrarından vazgeçire­medi. Ebû’d-Derdâ da (r.a.) oradaydı, “Ben Re­sû­lul­lah’ın şöyle buyurduğunu işittim: ‘Herhangi bir Müslüman bir ezaya maruz kalır da eza vereni affederse, Cenâb-ı Hak onu bir derece yükseltir, bir hatasını affeder.’” Ebû’d-Derdâ’dan bu hadisi işiten davalı, dişini kıran adamı affetti.[3]