<h1> </h1> <div>Resûlullah’tan birçok mucize gördükleri hâlde, Mekke müşrikleri ona inanmamakta ısrar ediyorlardı. Bununla da kalmayarak, Müslümanları ağır işkencelere maruz bırakıyorlardı. Bütün bu eza ve cefalar karşısında dahi Peygamberimiz tebliğ vazifesinden bir an bile olsa geri durmuyor, insanları Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaya davet ediyordu.</div> <div>Peygamberimiz (a.s.m.) her yıl hac mevsiminde çevreden gelen insanlara İslamiyet’i anlatıyor, onları Müslüman olmaya davet ediyordu. Çoğu onu reddediyor, iman etmeye yanaşmıyordu. Fakat Peygamberimiz ümidini yitirmeden, durmak dinlenmek bilmeden davasını tebliğ ediyordu. Çünkü o bir peygamberdi. Vazifesi sadece tebliğdi. Hidayet vermek ise Allah’a mahsustu.</div> <div>Bir hac mevsimiydi… Peygamberimiz kabileler arasında dolaşıyor, tebliğde bulunuyordu. Altı kişilik bir kafilenin yanına geldi. Biraz sohbetten sonra onları Müslüman olmaya davet etti. Bunlar Medineliydi. İnsaf sahibi kimselerdi. Birbirlerine, “Vallahi bu, bize Yahudilerin geleceğini bildirdiği ve onunla bizi korkuttukları peygamber olsa gerek! Sakın ona iman etmekte ve tabi olmakta Yahudiler bizi geçmesinler!” dediler ve hemen Müslüman oldular. İşte bu altı bahtiyardan birisi de, Neccaroğullarından Es’ad bin Zürâre idi (r.a.).</div>