USD
00,00
EUR
00,00
USD/EUR
1,000
ALTIN
0.000,00
BİST
0.000,00

Fıtrat Üzere Doğan İnsan ve Anne baba sorumluluğu

Her insan tertemiz bir fıtratla, bir başka ifadeyle İslam’a yatkın bir özle dünyaya gelir. Bu sadece dini bir öğreti değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyolojik bir gerçektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunu şu hadis-i şerif ile açıkça beyan eder:
"Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne ve babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar." (Buhari, Cenâiz 92; Müslim, Kader 22)

Bu hadis, insanın yaratılış itibariyle doğruya, güzele ve hakikate meyilli olduğunu, ancak çevresel etkilerle bu çizgiden sapabileceğini gösterir. Fıtrat; Allah’ın insana yerleştirdiği temel değerler bütünüdür. Merhamet, adalet, doğruluk gibi erdemler, fıtratın parçalarıdır. Bu yüzden küçük bir çocuğun ağlayan birini gördüğünde üzülmesi, bir hayvana şefkat göstermesi veya adaletsizliğe tepki vermesi bize yabancı gelmez. Çünkü o hâlâ fıtratıyla temastadır.

Ne var ki, bu saf hal uzun sürmez. İnsan, içinde yaşadığı toplumun kalıplarına, ailesinin öğretilerine, okulda öğrendiklerine ve medyanın etkisine maruz kalır. Zamanla, fıtratın sesi kısılır; yerine çıkarın, egonun ve öğretilmiş inançların sesi geçer.

İslam bize sadece ibadet biçimlerini değil, aynı zamanda insanın özünü nasıl koruyacağını da öğretir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
"O halde yüzünü hanif olarak dine, Allah’ın insanları üzerine yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratmasında değişiklik olmaz." (Rum Suresi, 30/30)

İslam’ın özüne dönen her birey, aslında kendi fıtratına dönmüş olur. Bu yüzden İslam’a yeni giren biri çoğu zaman “Sanki yıllardır aradığım buydu” der. Çünkü İslam, insanın yaratılış kodlarıyla uyumludur.

Bugünün dünyasında da insanın özü ile dış etkiler arasında bir savaş yaşanıyor. Tüketim kültürü, bireyselleşme, haz odaklı yaşam biçimleri insanları fıtratlarından uzaklaştırıyor. Ancak hâlâ içimizde bir yerlerde bir ses, hakikatin ne olduğunu bize fısıldıyor. O ses, fıtratın sesidir.

Esasında bu yazıyı yazmama sebep olan bu sabah yaşadıklarımdı. Sabah saatlerinde çocuğu anaokuluna bırakırken bir anne ile kızı arasındaki diyalog dikkatimi çekti; Meğer bugün okulda fotoğraf çekimi varmış. Bu nedenle bir anne! 5-6 yaşındaki çocuğuna omuzları ve göbeği açık eteği fırfırlı ve daracık bir elbise giydirmişti.  Ama çocuk bu elbise içerisinde son derece rahatsız ve gergindi. Annesine sürekli " anne lütfen, ama ben bunu giymek istemiyorum. Her yerim üşüyor" deyip duruyordu. Annesi de ona " tamam kızım fotoğraf çek sonra onu çıkartırız." diyordu. Kızcağız kimi zaman ağlamaklı kimi zaman sinir krizi geçiriyor, ama her seferinde annesine yalvarıyordu. Anne ise kızım fotoğrafta bir manken gibi! çıkacak diye onu zora zorbalığa ve çıplaklığa itiyordu. 
Ben ise bir veli olarak bir şey demedim, diyemedim. Çünkü birşeyler dersem belki de modern hayata müdahaleden başım belaya dahi girebilirdi. Ah bu modernlik ah!
Bizi bizden eden ve başkasının kucağına ve merhametine iten modernlik !
Çocuğumuzu kendi ellerimizle bilinmezliğe, felakete ve hatta ateşe sürüklediğimiz modernlik! 

Sonra okuldan çıkıp bu nesli sorgular halde dalgın dalgın yol aldım. Kırmızı ışıkta durmuştum ki bu sefer de önümden 5-6. sınıfa giden bir erkek çocuk  geçti. Çantası omuzundan düsmek üzere, kolları sallaya sallaya yürüyen, somurtkan ve iri küpeli bir erkek çocuk. O da hayatından memnun görünmüyordu. Belliydi ki evin tek çocuğuydu. Anne baba ona hem kız hem erkek rolleri yüklemişti. Üzüldüm bu iki çocuğumuza da. Ama hiç bir şey söyleyemedim. Çünkü söylediğim anda modern hayata müdahale eden gerici bir zihniyete sahip biri olarak lanse edilecektim. Ama değilim. Hemde hiç değilim. Hatta ilericiyim. Çünkü bu çocukcağızların kız erkek çatışmasında boğulacaklarını ve ilerde feryatlarını duyuyorum.  Bunalımdan bunalıma atlayan gençliği görüyorum. Gençliğin tiplumsal rol çatışmalarında nedenli çıkmazlara gireceklerini görüyorum.  

Roz-i mahşerde ki büyük buluşma ve hesaplaşmada " faydasız pişmanlığı görüyorum. 

Yüce Mevla   Kur'an'ı Kerim'de
 " Fe eyne tezhebun"
" Bu gidiş nereye" (Tekvir- 26) diye bizi  uyarıyor. Cevap veremeyeğimiz günkü mahcubiyeti görüyorum.

O halde hem kendimiz hem de çocuklarımız için en büyük görevimiz şu olmalı: Fıtratın sesini  susturmamak, onunla bağ kurmak, onu beslemek. Bu da ancak hakikati aramakla, İslam’ı anlamak ve yaşamakla mümkün olur.  Çocuklarımıza Kur'an'ı Kerim'i öğretelim. Hz. Muhammed'in (SAV) hayatını okuyalım, okutalım,  öğretelim. Çocuğun okuduğu onca romandan biri de Hz. Peygamberin (SAV) hayatı olsun. Bu yaşanmış gerçek hayattan alacağımız nice dersler vardır. Unutmayalım ki, fıtratın üzerine tozlar yağabilir, o tozları tamamen yok etmek mümkün değildir. Yeter ki biz o tozları silmeye niyet edelim. Sırat-ı müstakime (Doğru yola) dönüş yapalım. 
Sözün özü , Özümüze dönelim.

İnsan özünde kaldıkça insandır.