<div>Nisan, Diyarbakır’da baharın müjdecisi sayılırdı eskiden. Kimi zaman çiçeklerin coşkusunu, kimi zaman güneşin yavaşça içimizi ısıttığı günleri getirirdi. Ancak bu yıl Nisan, bize çiçek yerine toz getirdi. Öyle bir toz ki, arabaların üzerini gri bir örtüyle kapladı, pencereleri kapattırdı, insanı dışarı çıkmaktan soğuttu.</div> <div>Sabah uyanan herkesin ortak manzarasıydı: Tozla kaplanmış bir şehir. Kimileri “gece yağmur yağdı herhalde” dedi, kimileri arabanın üzerindeki çamur benzeri tabakaya bakıp “kum fırtınası mı oldu?” diye sordu. Ama hakikat biraz daha uzakta, ta Afrika’dan geliyordu. Evet, Sahra Çölü’nün milyonlarca kilometre öteden yolladığı misafirleriydi bunlar.</div> <div>Ama mesele sadece doğanın bize küçük bir şakası değil. Bu toz, sadece arabaları kirletmekle kalmadı; ciğerlerimize doldu, nefesimize karıştı. Dışarıda çalışanlar için eziyete dönüştü. Çocuklar parklara hasret kaldı, yaşlılar pencereden dışarı bakmakla yetindi.</div> <div>Peki bu yeni “normal” mi olacak? Her yıl bu zamanlar gökyüzüne baktığımızda mavilik yerine sarı bir pus mu göreceğiz? Küresel iklim değişikliğinin ve çevresel bozulmaların bir sonucu olarak, artık alışmamız gereken bir durumla mı karşı karşıyayız?</div> <div>Belki de bu yaşananlar, doğanın bize attığı sessiz bir tokat. Betonlara boğduğumuz şehirler, yok ettiğimiz yeşil alanlar, hoyratça harcadığımız kaynaklar bize birer birer dönüyor. Bir gün suyumuz azalıyor, bir gün hava bulanıyor, bir başka gün toprağımız çatlıyor.</div> <div>Diyarbakır bu tozun altında sadece arabalarını değil, doğaya karşı olan duyarsızlığımızı da saklıyor aslında. Belki bu vesileyle bir durup düşünmeliyiz: Hangi geleceği inşa ediyoruz? Çocuklarımıza nasıl bir şehir bırakıyoruz?</div> <div>Şehirler sadece binalardan, yollar ve araçlardan ibaret değil. Bir şehri yaşanılır kılan şey, temiz havası, yeşil doğası ve insana verdiği huzurdur. Belki de toz yağmuru, bizi bu gerçeği yeniden hatırlamaya çağırıyor.</div> <div>Tozlu günler geçsin, ama izleri bizde bir farkındalık olarak kalsın.</div>