<div></div> <div>Diyarbakır’da yaz ayları her zaman kavurucu geçmiştir. Gündüzleri yakıcı güneşin altında hayat bir parça yavaşlar, insanlar gölgelere sığınır, işler sabaha ya da akşama bırakılırdı. Ama tesellimiz hep aynıydı: “Neyse ki gece serin olur…”</div> <div>Artık olmuyor.</div> <div>Bu yaz bambaşka bir yaz. Geceler de en az gündüz kadar boğucu. Saat gece yarısını çoktan geçmişken bile hava hâlâ 30 derecenin üzerinde. Beton duvarlar gündüzün sıcağını içine çekip, gece boyunca salıyor. Camı açsan sıcak bir fön makinesi gibi rüzgar esiyor, kapatsan içerisi fırına dönüyor.</div> <div>Eskiden geceleri serinlik çökünce, damda ya da balkon köşelerinde otururduk. Çaylar demlenir, sohbetler uzardı. Çocuklar yıldızları sayarken uyuya kalırdı. Şimdi ise gecenin ortasında uykusuzlukla, terle, yorgunlukla kıvranıyoruz.</div> <div>Bu sadece bir hava durumu meselesi değil; bu bir iklim uyarısı. Küresel ısınma artık kitaplarda, haberlerde değil; hayatımızın tam içinde. Geceleri bile terlemeden nefes alamamak, sadece can sıkıcı değil, aynı zamanda düşündürücü.</div> <div>Diyarbakır gibi tarih kokan bir şehirde, binlerce yıllık taş yapılar bile bu yeni düzene alışmaya çalışıyor. Ancak biz insanlar, bu değişime ne kadar hazırız? Doğaya verdiğimiz zararın gecikmeli faturasını ödüyoruz. Ve bu daha başlangıç.</div> <div>Geceler artık dinlenme zamanı değil, mücadele zamanı. Belki de en çok bu yüzden, sadece klimaları değil, düşünme biçimimizi de değiştirmemiz gerekiyor. Çünkü eğer biz değişmezsek, geceyle birlikte serinlik de tamamen kaybolacak.</div> <div></div> <div></div>