USD
00,00
EUR
00,00
USD/EUR
1,000
ALTIN
0.000,00
BİST
0.000,00

Ortadoğu'nun Bitmeyen Satranç Tahtası: İran-İsrail Savaşı

Değerli okuyucularımız, Ortadoğu bir kez daha diken üstünde. Bu kez sahnede, yıllardır dolaylı yollardan karşı karşıya gelen iki büyük güç; İran ve İsrail. Bugüne kadar perde arkasında süren örtülü çatışmalar, vekil savaşlar ve istihbarat oyunları yerini doğrudan çatışmalara bırakmaya başladı. Peki bu durum, sadece iki ülkenin meselesi mi, yoksa küresel bir kırılmanın eşiğinde miyiz?

İran ve İsrail arasındaki gerilim yeni değil. Lübnan’da Hizbullah, Gazze’de Hamas, Suriye’deki milis gruplar derken, İran yıllardır İsrail’in çevresini kuşatmaya çalıştı. İsrail ise buna karşılık, Suriye'deki İran üslerini bombaladı, İranlı bilim insanlarını hedef aldı ve "önleyici vuruş" stratejisiyle bölgedeki İran etkisini sınırlamaya çalıştı.

Ancak bu kez savaş, artık vekil güçlerin değil doğrudan devletlerin diliyle konuşuluyor. Karşılıklı füze saldırıları, askeri üslerin hedef alınması, hava sahalarının savaş alanına dönmesi... Her iki taraf da geri adım atmaktan uzak görünüyor.

İsrail, tarihsel hafızasında bir daha "Holokost gibi bir felaket yaşanmasın" diyen bir ülke. Dolayısıyla güvenliğini bir pazarlık konusu yapmıyor. İran ise devrimci ideolojisini ve "direniş ekseni" adını verdiği bölgesel nüfuzunu koruma konusunda ısrarlı. Bu durum, iki ülkeyi uzlaşmadan çok çatışmaya sürüklüyor.

Bu savaşın diğer bir boyutu da dünya dengeleri. Amerika Birleşik Devletleri, açıkça İsrail’in yanında. Rusya ve Çin ise doğrudan cepheye inmese de İran’a daha yakın duruyor. Bu tablo bize, savaşın sadece bölgesel değil, küresel bir krize evrilebileceğini gösteriyor. Enerji koridorları, petrol fiyatları, göç hareketleri ve hatta dini fay hatları bile bu çatışmadan etkilenebilir.

Peki halklar ne diyor? İranlılar ve İsrailliler bu savaşın parçası olmak istiyor mu? Hayır! Tüm savaşlarda olduğu gibi bedeli yine siviller ödüyor. Yıkılan evler, bölünen aileler, sığınaklara sığınan çocuklar... Ne yazık ki Ortadoğu'da savaş kararları saraylarda alınırken, faturayı hep sokaktaki halk ödüyor.

Bu köşeden bir çağrıda bulunmak isterim:
Diplomasi, ne kadar zayıf görünse de tek gerçek çözümdür. Türkiye başta olmak üzere, bölgesel aktörler daha cesur ve ilkeli adımlarla arabulucu rolüne soyunmalı. Çünkü Ortadoğu artık yeni bir savaş değil, yeni bir barış hikayesine muhtaç.

Unutmayalım; barış, yalnızca silahların susması değil, adaletin konuşmasıdır.