<div>Bir öğle vakti, karnınız hafiften guruldarken cebinizde birkaç bozukluk varsa; size gökyüzü kadar ferah, toprak kadar doyurucu bir şey lazım: Simit ve ayran.</div> <div>Simit, bu toprakların en sade ama en derin lezzetidir. Ne bol malzemelidir ne gösterişli. Ama sokakların en mütevazı kralıdır. Susamı üzerindeki taç gibidir. Hele fırından yeni çıkmışsa, çıtır çıtır ses verirken avucunuzda, çocukluğunuzdan bir parça kopup gelir burnunuza.</div> <div>Ayran ise onun sessiz yoldaşı. İçtikçe serinlik değil de huzur verir. Anadolu’nun mayalanmış geçmişinden süzülüp gelen bu beyaz içecek, simitin en güzel eşlikçisidir. Ne bir kola kadar gürültülüdür ne de bir gazoz kadar şaşaalı. Ama o doğallığıyla, dürüstlüğüyle gönlünüzü fetheder.</div> <div>Simit ve ayran, aslında bir halk hikâyesidir. Lüks sofraların değil, sokak aralarının, okul önlerinin, park banklarının yemeğidir. Öğrencinin, işçinin, memurun, âşığın ortak noktasında buluşur. Kimi zaman bir bekleyişin yanında, kimi zaman bir yalnızlığın orta yerindedir. Ama her seferinde doyurur; hem midenizi hem yüreğinizi.</div> <div>Belki de bu yüzden bu ikili sadece karın doyurmaz, anı da biriktirir. İlk maaşla alınan bir simit, parkta edilen bir ayranlı sohbet ya da okul çıkışı açlığı bastıran o sade ziyafet… Herkesin bir “simit ve ayran” hikâyesi vardır. Sizinki hangisi?</div>