<div>Hayat artık hiç olmadığı kadar hızlı… Sabah alarmıyla başlayan koşu, gece yastığa baş koyana kadar nefes aldırmayan bir tempoya dönüşmüş durumda. Sürekli yetişmemiz gereken işler, bakmamız gereken ekranlar, cevap vermemiz gereken mesajlar var. Modern insan, kendini durduramayan bir makineye benziyor.</div> <div>Fark etmiyoruz ama hız bazen insanı hayattan uzaklaştırıyor. Acele ettikçe, gerçekten yaşamayı kaçırıyoruz. Bir çayın tadına varamıyoruz. Bir gün batımının rengi eskisi kadar anlam ifade etmiyor. Yolda yürürken kafamızı kaldırıp gökyüzüne bakmayı unuttuk.Çünkü zihnimiz hep bir sonraki adımda: “Yetişmem lazım… Bitirmem lazım… Kaçırmam lazım.”</div> <div>Oysa insan, yavaşladığında kendini duymaya başlar.Kalp atışı, nefes, zihnin arka planındaki karmaşa… Hepsi yavaşladıkça netleşir.Hayat, hızlandıkça değil, yavaşladıkça gerçek bir anlam kazanır.</div> <div>Bazen durmak gerekir. Bir kahve molası gibi küçük ama etkili bir nefes…Telefonu bir kenara bırakıp birinin gözlerine bakarak konuşmak gibi unutulmuş bir sıcaklık…Ya da sadece bir sokak boyunca amaçsız yürüyüp zihni temizlemek…</div> <div>Yavaşlamak, geride kalmak değildir. Tam tersine, hayata yetişmenin en doğru yoludur.Çünkü koşturarak geçen yılların sonunda insanın aklında hep aynı soru kalır:“Bunca hızın içinde gerçekten yaşadım mı?”</div> <div>Bugünün dünyasında en büyük lüks, hız değil; yavaşlamayı göze alabilmektir.</div>