?>

Ebû Akîl (r.a.)-2

6 yıl önce

Ebû Akîl, kazancının ve elinde olanının yarısını vermişti. Ancak bu kadar ya­pa­bil­mişti. Bununla, imkânı nispetinde en büyük yardımı yapmış oluyordu. Bu sebeple, kalbi müsterihti; elinde harmanlar dolusu hurma da olsa, yarısını ver­meye hazırdı. Ebû Akîl’in bu mütevazi hareketini geriden gözetleyen münafık­lar yine rahat durmadılar. Gül­meye başladılar. Alaylı bir tavırla, “Ebû Akîl, di­ğer zenginlerle birlikte anılmak için bir sa’ hurma getirdi. Allah, Ebû Akîl’in ge­tirdiği bu hurmaya muhtaç mıdır ki?!” diye söylenmeye başladılar.[2]
Ebû Akîl, münafıkların bu sataşmaları üzerine üzüldü, fakat cevap da vereme­di. Bu üzüntü içinde bulunuyorken, Hz. Cebrail şu mealdeki âyet-i kerimeyi vahyetti:
“İçlerinden gelerek sadaka veren müminleri ve güçlerinin yettiğinden fazla veremeyenleri ayıplayanları ve onlarla alay edenleri Allah maskaraya çevirir. Onlar için can yakıcı bir azap vardır!”[3]
Cenâb-ı Hak, Ebû Akîl’i ve diğer sahabileri müdafaa ederken, münafıkları mahcup ve perişan ediyordu.
Peygamberimizin irtihâlinden sonra yalancı peygamber olarak boy gösteren­ler arasında Müseylime başı çekiyordu. Hz. Ebû Bekir hiç vakit geçirmeden, bu kendini bilmez cüretkârlara haddini bildirmek istedi. Büyük bir kuvveti Müseylime’nin üzerine gön­derdi. Müseylime, Arabistan’ın doğu kısmında bulunan Yemâme’de yaşıyordu. Ye­mâ­me Savaşı’na katılan pekçok sahabi vardı. Ebû Akîl de bu mücahit ordunun içinde yer alıyordu.
Ebû Akîl, Allah düşmanı bu gözü dönmüşlerin hesabını görmek için sabırsız­la­nı­yor­­du. Gayet atik ve cesur bir bünyeye sahip olan Hz. Ebû Akîl, ne yazık ki, hücum es­na­­sında ilk yaralanan mücahit oldu. Bir düşman oku fırlayıp gelerek omuzu arasına sap­­landı. Ok iç organlarına temas etmediği için ölümüne sebep olmadı. Sadece sol tarafı felç oldu. Arkadaşları oku çıkardılar, kendisini de ça­dıra çektiler. Vakit öğleden önceydi…
Bu arada savaş iyice kızışmıştı. Bir ara düşman kuvvetleri baskın gelerek İslam askerini dağıtmaya çalışıyorlardı. O sırada Ebû Akîl, yerinden kımıldayamayacak kadar ağır yaralıydı. Yerinden kalkamıyordu. Müslümanlar kaçışıp çadırların arasından geçiyorlardı. Bu duruma tahammül edemeyen Ma’n bin Adiyy (r.a.), Ensar’a şöyle bağırıyordu:
“Allah’tan korkun, Allah’tan korkun! Siperinizi terk etmeyin, düşmanın üze­rine dönün!”
Hz. Ma’n, düşmana tekrar hücum etmek için acele ediyor, “Bu tara­fa gelin, bu tarafa gelin.” diye sesleniyordu. Sonunda Ensar teker teker ayrılıp bir araya toplandılar.
Hz. Ma’n’in sesini duyan Ebû Akîl, onlara katılmak için ayağa kalkmak istedi. Fakat ayakta duracak hâlde olmadığı iyice belliydi.
“Ey Ebû Akîl, ne yapıyorsun? Sen savaşamazsın!”
Ebû Akîl, “Görmüyor musunuz, beni çağırıyorlar?!” dedi. “O, Ensar’ı çağırıyor, yaralıları değil.” demeleri üzerine, Ebû Akîl, “Ben de Ensar’danım, sürünerek de olsa davete icabet edeceğim ve peşlerinden gideceğim.” dedi, kendini topladı, belini bağlayarak ayağa kalktı. Kılıcını da sağ eline aldı, arkadaşlarının arasına gitti. Kendisini sapasağlam hissediyordu. Yarasını beresini unutmuştu. İslam ordusunun mağlup olmasını tahayyül edemiyordu. Arkadaşlarına şöyle şevk veriyordu:
“Ey Ensar! Huneyn günü düşmanın üzerine tekrar dönüp zaferi kazandığınız gibi tekrar dönün, onlara göz açtırmayın!”
Bunun üzerine Ensar’ın hepsi toplanıp İslam ordusunun önünde yer aldılar. Büyük bir şecaatle düşmana hücuma geçtiler, onları kendi bahçelerinin duvarı­na kadar sürüp sı­kıştırdılar. Orada iki ordu birbirine girdi, sadece kılıçlar inip kalkıyordu.
Ebû Akîl’in bundan sonraki durumunu Abdullah bin Ömer şöyle anlatıyor:
“Bir ara gözüm Ebû Akîl’e ilişti. Yaralı olan kolu, omuzundan ayrılmış, yere düşmüştü. Bundan başka, hepsi de öldürücü olan 14 yara daha almıştı. So­nunda Allah düşmanı Müseylime de vuruldu.
“Savaştan sonra Ebû Akîl’in yanına vardım, son nefesini veriyordu. ‘Ey Ebû Akîl!’ dedim. Peltek bir dille, ‘Buyur!’ diye cevap verdi ve hemen savaşı kimin kazandığını sordu.
‘”Müjde sana!’ dedim, sesimi yükselterek, ‘Allah düşmanı gebertildi!’
“Bu müjde üzerine parmağını yukarı kaldırdı. ’Elhamdülillah!’ diyebildi ve ruhunu teslim etti.
“Medine’ye döndüğümüzde olanları babama anlattım. Babam, ‘Allah rahmet etsin! O hep şehitlik isteyip duruyordu. Ve ben onu tanıyalıberi o, Peygamber Ashâbı’nın en seçkinlerinden ve İslam’a ilk girenlerdendi.’ dedi.”[4]

Allah onlardan razı olsun!

YAZARIN DİĞER YAZILARI