Bir öğle vakti idi… Gözcü, “Ufukta bir adam tek başına bu tarafa doğru geliyor!” dedi. Resûlullah, “Ebû Zer mi acaba? Onun olmasını isterdim!” buyurdu.
Sahabe toplanmış, tek başına yaklaşmakta olan şahsı seyre dalmıştı. Bazıları, “Vallahi odur, Ebû Zer’dir!” dediler.
Gerçekten gelen, Ebû Zer’di. Devesinin yürüyecek takati kalmayınca, onu bırakmış, yükünü sırtına yüklemişti. Tek başına aç susuz yollara koyulmuştu. Nihayet bin bir güçlükle İslam ordusuna yetişmişti. Resûlullah, Ebû Zer’i görünce sevindi ve “Allah, Ebû Zer’e rahmet etsin. O yalnız başına yürür, yalnız başına yaşar, yalnız başına ölür.” buyurdu.[5]
Ebû Zer, bitkin bir vaziyetteydi. Resûlullah onu şu dua ile taltif etti:
“Ey Ebû Zer! Bana gelip kavuşuncaya kadar attığın her adımına karşılık, Allah senin bir günahını bağışlasın.”
Ebû Zer’in yükünü sırtından indirip susuzluğunu giderdiler.